Fatih Dönemi Osmanlı Düzeni

Osmanlı düzeni fetih sonrasında bir dizi değişim yaşadı. Fetihle birlikte Osmanlı Devleti de, çok daha ciddiye alınan, Avrupa ve Anadolu’daki devletleri önemli kaygılara sürükleyen bir imparatorluk haline geliyordu. O güne kadar Avrupa için uygulanabilir bir proje olan “Türkleri Rumeli’den atmak” fikri, fetih ile birlikte, artık uzun yüzyıllar sözü bile edilmeyecek bir eski düşünceye dönüşüyordu.

Fethin büyük prestiji üzerinden Çandarlı’yı tasfiye etmesi ve devlet hiyerarşisindeki ailelerin gücünü kırması sonrasında Fatih, adeta bütün gücü elinde toplamış ve bunu olabildiğine etkin ve pervasızca kullanmıştır. Fatih’i yetiştiren, fetih politikası ve fethin en etkin beyni (aynı zamanda onun damadı ve kayınpederi) olan Zağanos Paşa’yı, önce İstanbul’dan ve bürokrasinin tepesindeki konumundan çıkaracak, daha sonra Belgrad seferinde başarısız oldu diye görevinden azledip Balıkesir’e sürecekti. Keza hocası Molla Gürani’yi, tayinlerde bağımsız davrandı diye kazaskerlikten istifa ettirmekte ikirciklenmeyecektir. Çandarlı’yla başlattığı vezir-i azam idamlarını Rum Mehmet Paşa ve (Çandarlı’yı anımsatacak kadar etkin) Mahmud Paşa’yla sürdürecektir. Böylece Fatih, Osmanlı düzeninin doğal bir parçası haline gelecek olan vezir-i azamlar düzeyinde siyaseten katl dönemini başlatan padişah olacaktır.

Ancak İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı’da dengeler değişmiştir. Türk-Müslüman asil ailelere, ya hanedanın kapıkullarınca tahkim edilen iktidarına boyun eğmek, ya da kanlı bir tasfiyeden başka bir seçenek kalmamıştı.

II. Murat dönemi esasen bu toprak beylerinin bitmek bilmez taleplerini karşılama temelinde biçimleniyor ve beylerin padişahtan imtiyaz taleplerinin ardı arkası kesilmiyordu. Yani II. Murat dönemi, devletin hızla feodal dönüşüm sürecine doğru yol aldığı bir dönem oluşturuyordu.

Bu kapışmanın Osmanlı devlet yapısından dış ilişkilerine kadar yankısı çok temelli olacaktı. Deyim uygunsa, Osmanlı askercil düzeninin temeli olan miri sistem giderek beylerin özel mülkleri karşısında ik

Fatih döneminden başlamak üzere artan bir üretim zaafı, sürekli enflasyon altında ezilme, savaşlardan savaşlara koşturarak ölme ve öldürme, yabancıya karşı “Ali kıran baş kesen”, devlete karşı ise “kul / köle” ruhlu bir toplumsal dönüşüme, bir toplumsal erozyona uğramaktı.

Hükümdarın ve devşirme Osmanlı devletinin iradesini mutlaklaştıran bu durum, giderek daha da artmak üzere toplum üzerinde büyük bir tahribat yaratacaktır. Vatandaşın devlet karşısında hiçbir değerinin olmaması, onu zaman zaman korkak, haklarını almayı ve korumayı bilemez hale getirmiş; zaman zaman da devleti hiçe sayma ve ona her fırsatta baş kaldırma yoluna itmiştir.

Aristokrasiyi temsilen Çandarlı’nın tasfiyesiyle başlayan devletin bu yapı değişimi sonucunda, merkezi hükümetin en önemli görevlerinin Zağanos, Mahmut, Mehmet, vd. devşirme sınıfından kapıkullarına ayrılma geleneği başlatılmış oldu.

Fatih dönemi tipik bir enflasyon sürecidir. Osmanlı ekonomik düzeni, kendi kendine yetemeyen, üretim yapma yetileri gelişemeyen, sürekli olarak başka halkların birikimlerine tamah eden, üstelik bunu “kutsal görev” diye bir de “ilahi” kılıfa bürüyen, ancak buna rağmen bunalımsız var olamayan, dünyanın en büyük siyasi gücü olduğu dönemde bile bununla uyumlu güç ve etkinlikteki ekonomik istikrarı kuramayan bir düzendir. Düşünün ki bu düzenin, en büyük talan gelirlerine sahip olduğu dönem, kendi halkının birikimlerine de en çok el koyduğu dönem olmuştur.

 

Fatih döneminde devşirmelerin devletin asli öğesi olmaları yetmiyormuş gibi eski Bizans soyluları ve memurlarının Osmanlı sistemine girerek iltizamların ve tımarların yöneticileri haline gelmeleri, bunlara vergi ödemek zorunda kalan Müslümanların huzursuzluklarını daha da arttıran bir işlev görüyordu. “Fatih’in mali önlemleri zamanın İtalya’sının despot hükümdarlarından kopya edilmişti. Ancak bunları kim yaratmış olursa olsun çiftçilerin çift resmini arttırmak, imparatorluk içinde gümrük rüsumları koymak ve dini vakıfların mülklerine el koymak ekonomik karışıklık kadar büyük bir güceniklik de yaratıyordu.”

Sistematik savaş politikasının sonucu olarak Fatih, sürekli savaş alanlarında tutmak için askerlerinin gelir, giyim ve beslenme düzeyini yükseltmiştir; bu ise devlet giderleri üzerinde devasa ek yükler getirmiştir.

Bu noktada çok önemsediğim bazı saptamalarda bulunmak istiyorum: Fatih’in Çandarlı’yı tasfiye ederek merkezileşmeyi ve askeri politikayı pekiştirmesi, takip eden yüzyılda Osmanlı’ya tarihinin en büyük genişlemesini sağlarken, uzun vadede ekonomik kalkınmanın, üretim ve sanayileşmenin oluşum koşullarını da ortadan kaldıran, sonraki gerileme ve çöküntünün de nedeni olacaktır.

Örneğin şu spekülasyonu yapmak pekala mümkündür: Çandarlı kazansaydı, büyük bir olasılıkla, Osmanlı padişahının otoritesinin azalacağı, ademi merkeziyetçiliğin güçleneceği feodal bir sürece yol açılacaktı. Bu durumda askeri olarak kendini savunması görece dezavantajlı ama en azından diğer Avrupa ülkeleri kadar mümkün, Balkanlar ve diğer Müslüman ülkelere yönelik işgalci bir tehdit olmaktan çıkan, ekonomisi talana değil, giderek üretime dayalı, dolayısıyla hem burjuvalaşmaya hem de Rönesans’ın etkilerine daha açık bir Osmanlı tablosu ile karşı karşıya kalacaktık. Bu olasılık İstanbul’un fethiyle tam tersine dönmüş, bir olasılık olmaktan çıkmış, Osmanlı devleti, merkezi despotik bir imparatorluk olarak kurumsallaşmıştır.

“Amerika” kıtasının bulunması ve sömürgeleştirilmesi, her yıl 300 ton civarında altın ve gümüşün Avrupa’ya akması anlamına gelecektir. Bu rakam ise Osmanlı’nın fethettiği topraklarda yaptığı talandan çok daha büyük bir meblağdır ve Batı ile Osmanlı’nın arasındaki gelişme makasının daha da açılması anlamına gelecektir. Bununla birlikte Osmanlı’nın Avrupa’ya oranla geri kalışını bu temelde açıklamak büyük bir yanılgı ve avuntu olacaktır. Yüzyıllardır süregelen talana rağmen Osmanlı kendi kendini üretecek, talan ekonomisi olmaktan çıkmasını sağlayacak bir mekanizma yaratamamış, aksine bunun koşullarını ortadan kaldırmıştır; ki Fatih’in bu değişimde temelli bir rolü vardır.

Osmanlı devlet geleneği, kendini yenileyerek üretebilen bir ekonomik yapı kuramadığı gibi, aynı şekilde kendini yenileyerek üretebilen bir hukuk düzeni de kuramamıştır.

Kaynak: Cumhuriyet Kitapları-8. Baskı : Aralık 2006
belgesi-1836

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin