Mesuliyet

O, daima mesuliyeti üzerine almıştır. Çünkü herhangi bir işte mesuliyeti müdrik kimselerin başarılarına inanmıştır. Atatürk’ün mesuliyet bahsinde telkin ettiği fikir şudur:

 

”Mesuliyeti üzerine almak cesaret ve hevesi her işte en çok lazım olan bir haslettir. Birçok insanlar, mesuliyetin başkalarında olduğunu bildikleri zaman, en cesur ve cüretkâr olurlar, fakat eğer mesuliyet kendilerinde olursa, bu cesaret ve cüretin azaldığı ve çekingen oldukları görülür. Halbuki mesuliyeti bilerek, hesaplayarak üzerine alan insanlar, küçük ve büyük, aldıkları işlerde başarı gösterir.”

 

İşte bu fikirlere göre bilhassa demokratik nizamda, mesuliyeti müdrik olmak ne kadar lüzumlu bir haslettir. Aile, cemiyet ve iş hayatımızda, her fert bu mesuliyet duygusu ile müspet ve başarılı olabilir ve medeniyet dünyasında millet olarak alacağımız mevkii ancak bu suretle elde edebiliriz.

 

Atatürk, en müşkül şartlar içinde mesuliyeti üzerine aldığı vakit, daima milletin umumi menfaatına hizmet etmek için uğraştığından muvaffakiyetli işler görmüştür.

 

II. Dünya Savaşı’ndan sonra memleketleri umumiyetle ikiye ayırmak âdet olmuştur ve şu deyimler kullanılır. Az gelişmiş veya ekonomik yönden gelişmekte olan ülkeler, Türkiye bir taraftan Birleşmiş Milletler topluluğundaki (UNESCO), Avrupalı sayılırken diğer taraftan az gelişmiş ülkeler arasına konmaktadır.

 

Bana birçok zamanlar Atatürk sağ olsaydı bugünkü belirli meseleler üzerinde nasıl davranırdı diye sorarlar. Bunlara cevabım şu oluyor:

 

İstediğiniz yorum benim fikrim olur, fakat eğer Atatürk’ün davranışları ve fikirleri göz önünde bulundurulursa, tarihimizin en kritik devrinde dahi O, hem kendisine hem de milletine güvenini hiç kaybetmemiştir. Daima manevi kuvveti yüksek tutmuştur. Onun için bugün sağ olsaydı ‘az gelişmişlik’ deyimini ne kendisi kullanır ne de bize millet olarak kullandırırdı” diyorum. Bu bakımdan milletimiz için böyle bir deyimin kullanılması ve benimsenmesi fertlerin kendilerine güvensizliği demek olduğundan bunu reddetmek lazımdır. Evet, endüstri ilim ve teknik alanlarında geri kaldığımız taraflarımız var, fakat yurdumuzun zengin doğal kaynaklarını işleterek bugün dünyanın eriştiği ilim ve tekniğe değer vererek çağdaş medeniyetin içinde bulunmamız elbette mümkündür.

 

M. Kemal Atatürk, Türk milletine en büyük nasihatını şu üç kelimede özetlemiştir:

 

Türk! Öğün, çalış, güven!

 

Bu sözleri Ankara’daki Güvenlik Anıtı için yazdırırken yanında bulunmuş ve açıklamasını dinlemiştim. O, diyordu ki:

 

Türklük esastır. Bu varlığı, tarih içinde araştırmak, tespit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır. Her sahada, bilhassa medeniyet âleminde eser vermek için çalışkan olmayı hedef tutmalıdır.

 

26 Mart 1937’de ise O, gençlere hitap ederken şöyle diyor: ”Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan için tabii bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.

 

Sizler, yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan yorulmadan yürüyecektir.”

 

İşte Atatürk, çalışkan fertlerin teşkil ettiği bir milletin geleceğe güvenebileceğini düşünmüştür.

 

Tarihiyle övünebilen, çalışmasına dayanabilen milletler, geleceğine güvenle bakmakta elbette haklı olacaklardır.

 

Kaynak: Atatürk’ten Yazdıklarım
belgesi-2586

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin