Aspirin Nedir?

ASPİRİN NEDİR ?

Bütün ilaçlar arasında, aspirin hiç tartışmasız en yaygın olanıdır. Baş ağrısını, diş ağrısını dindirmek veya ateşini düşürmek için aspirin almamış olan var mıdır?

«Aspirin» asetilsalisilik asitin herkesçe bilinen yaygın adıdır; bu asit ilk olarak 1853’te bir bitkiden elde edilmiştir. 1895’te Alman araştırmacılar, bugünkü aspirin yapımının esası olan kimyasal sentezi başardılar.

Bu asit beyaz, kokusuz, hafif ekşi, acı bir tozdur. Sodyum karbonat içinde erir. Suda kolay erimez. Bağırsaklarda ya da alkali bir ortamda parçalanırsa salisilik ve asetik asitlere ayrışır. 135 derecede erir, tortu bırakmadan yanar. İnce iğnecikler halinde billurlaşır.

Dünya aspirin tüketimi yılda binlerce ton olarak hesaplanır (yalnız Amerika Birleşik Devletleri’nde 12 000 ton).

Özellikle ağrı dindirici olarak kullanılan aspirin ateşe karşı da çok etkilidir, ayrıca romatizmayı ve sancıyı hafifletmeğe yarar. Bugünkü araştırmalar, bu ilacın bir gün miyokard enfarktüsünü (en yaygın kalp hastalıklarından biri) ve kanserlerin yayılmasını önlemekte de yararlı olabileceği umudunu vermektedir.

Aspirin evrensel bir ilaç olmakla birlikte bazı sakıncaları da vardır: bir kere sindirimi güçtür (mide yanmaları), bir de kanama yapabilir. Bunun için aspirini her fırsatta ve aşırı kullanmamalıdır. İlacı yemek sırasında almak veya sindirim yolunda erimesini kolaylaştıracak bir içecekle yutmak en iyisidir.

Eczacılıkta aspirinin çeşitli biçimleri bulunur. İlacın soğurulmasını kolaylaştırmak için köpüren haplar, sindirimini kolaylaştırmak için üstü başka bir madde ile kaplanmış haplar bulunduğu gibi hafif uyku verici etkisini gidermek için içine sinirleri kuvvetlendirici maddeler (C vitamini, kafein) karıştırılmış aspirin hapları da vardır.

Aspirin şüphesiz çağımızın en çok kullanılan ilaçlarından biri. Başımız ağrıdığında yutuveririz bir aspirin, geçer gider. Çantalarda taşınır, şeker gibi dağıtılır eşe, dosta. Belki de bu yüzden, kimilerince ilaç kategorisine sokulmaz bile. Şimdilerdeyse, insanlığın yaklaşık yüz yıldır aşina olduğu bu alçak gönüllü küçük hapın, birbiriyle hiç alakası olmayan bir dolu hastalığı engelleyerek, kendisinden umulandan çok daha fazla işin üstesinden gelebileceği düşünülmeye başlandı.
Asetilsalisilik asitin ait olduğu bileşikler grubu olan salisilatların en zengin kaynağı, söğüt ağacı kabukları. Bu ağacın kabuklarında bulunan salisin maddesi, vücuda girdiğinde salisilik aside dönüşüyor. Salisilik asitten elde edilen asetilsalisilik asit yani namı diğer aspirinse, yüz yılı aşkın bir süredir ağrı kesici, ateş düşürücü, iltihap önleyici özellikleri nedeniyle yaygın bir şekilde kullanılıyor. Bir yandan da. aynı ilacın yeni yararları hâlâ gün ışığına çıkmaya devam ediyor. Kanı sulandırıcı özellikleri onu kalp krizi ve felci önlemede mükemmel bir uzun süreli tedavi aracı yapıyor. Bu uzun yıllardır bilinen bir özelliği. Aspirinle ilgili yeni araştırmaların konusuysa, aspirinin kanser, Alzheimer gibi hastalıklara deva olup olmadığı.

Etki Mekanizması
Aspirin, 1971’de John R. Vane bu ilacın siklo-oksijenaz (COX) enzimini ve dolayısıyla prostaglandin sentezini baskıladığını gösterene kadar, yaklaşık elli yıl boyunca etki mekanizması bilinmeden kullanılmış. Bu buluş Vane’e, 1982 Nobel Tıp Ödülünü kazandırmış. Bu arada aspirinle benzer özellikler taşıyan başka ilaçlar geliştirilmiş. Bunlar, nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAİİ’ler) yâni, steroit olmayan iltihap önleyici ilaçlar olarak anılıyor. Bu ilaçların tümü Vane’in belirttiği gibi COX sınıfı enzimleri baskılayarak çalışıyorlar. Enzimin, COX-1 ve COX-2 olmak üzere iki türü var.
Aspirinin iltihap giderici, ateş düşürücü ve ağrı kesici etkileri, COX-2 enziminin baskılanması sonucu oluşuyor. COX-2 enzimleri hücrelerdeki serbest radikalleri, önemli sinyal molekülleri olan prostaglandinlere çeviriyor ve böylece ağrı başlıyor. COX-2’nin çalışması engellenince prostaglandin üretilemediğinden, ağrının nedeni ortadan kalkmamış olsa da, ağrıyı hissetmiyoruz. COX1 enziminin baskılanmasıylaysa tromboksan-A2 adı verilen bir maddenin sentezi de engelleniyor. Bu da aspirine pıhtı oluşumunu engelleme özelliğini katıyor. Mide kanamasına kadar gidebilen yan etkilerse yine COX-1 enziminin baskılanmasının bir sonucu. Çünkü bu enzim, mide duvarının mide asidinden korunabilmesi için gereken düzgün yapıyı korumaktan sorumlu. Dolayısıyla sürekli alınan aspirin, midenin düzgün yapısını bozuyor ve kanamaya kadar uzanan hastalıklara neden oluyor.

Kalp Krizi ve Aspirin
Aspirinin kalp-damar hastalıklarını engelleyebilme özelliğinin keşfi biraz daha geç olmuş. Bir kalp krizi ya da felci tetikleyebilecek kan pıhtılarının oluşumunun arkasındaki mekanizma o zamanlar bilinmiyordu. Ancak, kanda bulunan ve pıhtılaşma ve yara tamirini sağlayan trombositler ilgi çekmeye başlamıştı. 1960’ların sonlarına doğru, aspirinin trombosit yapışkanlığında belirgin ve uzun süreli bir azalma yarattığı keşfedildi. Trombositler, COX-1 enzimlerince üretilen tromboksanın etkinliğinden dolayı bir araya toplanıp kümeler oluşturur. Aspirin COX-l’i de baskıladığından trombositlerin pıhtı oluşturma olasılıkları azalır.
1974’de araştırmacılar bunun bir klinik etki olduğunu gösterdiler. Yakın zamanda kalp krizi geçirmiş 1000’in üzerinde hastanın kontrol edildiği bir çalışma, 300 miligram civarındaki düşük doz aspirinin iki yıl boyunca ölümleri % 25 oranında azalttığını gösterdi. Daha sonra yapılan, binlerce hastanın dahil edildiği deneyler de, hergün alınan düşük doz aspirinin kalp krizi ve felç risklerini azalttığını kanıtladı. Artık doktorlar kalp krizi ya da felç geçiren hastalara olayın tekrarlama olasılığını azaltmak için yaşamlarının geri kalan kısmında günlük aspirin alımını öneriyorlar. Pek çok doktorsa, sigara içen ya da aşırı kilolu olanlar gibi kalp krizi ya da felç riski taşıyanlara da aynı öneride bulunuyor. Hatta bazı hastalara ani ve şiddetli göğüs ağrısı durumları için, suda çözülebilen aspirin taşımaları öneriliyor.
Ancak, COX-1 baskılanması, aspirinin istenmeyen etkilerini de ortaya çıkartıyor. Bunların en belirgini midenin tahriş olması ve kanaması. Neyse ki, bu nedenle ciddi kanama ve ölümler oldukça az; ancak, ülser gibi mide sorunu olan hastaların, aspirin kullanmadan önce kesinlikle bir doktora danışmaları gerekiyor. Bunun dışında, düşük doz aspirin kullanımı genelde oldukça güvenli ve hastaların % 90’ından fazlası herhangi bir sorun yaşamadan kullanabiliyor. Yine de, her gün bir aspirin almaya başlama kararı, her zaman doktor kontrolünde alınmalı.

Alzheimer?
İlk yıllarda yalnızca ağrı kesici ateş düşürücü özellikleri bilinen aspirinin şimdilerde mucize ilaç olarak nitelendirilmesi yersiz değil. Çünkü yetenekleri arasına Alzheimer hastalığı riskini % 10 dolaylarında azaltabilme özelliği de ekleniyor gibi.
Gelişim nedeni ve tam tedavisi olmayan bir hastalık için % 10 hiç de küçümsenecek bir oran değil. Alzheimer hastalığının gelişimiyle ilgili olarak, beyindeki iltihaplanmanın en azından bazı zihinsel bozulmalardan sorumlu olduğu yönünde bir fikir vardır. Eğer böyleyse önleyici etki basitçe aspirinin iltihap giderici etkisinden  kaynaklanıyor olabilir.  Uzun süreli düşük doz aspirin kullanımının C-reaktif proteini düzeyini azaltması, bu hipotezi destekleyen bir kanıt. Çünkü. C-reaktif protein iltihabın bir işareti.

Besinler ve Salisilat İlişkisi
Şimdi, aspirinin tüm bu yararları sunmasının nedeni, salisilatın insanların doğal beslenme düzeninin bir parçası olması gerektiğinden mi kaynaklanıyor? Pek çok bitki türü bir savunma mekanizması olarak salisilat üretiyor. Üretilen salisilat hasarlı ya da hastalıklı hücrelerin intihar etmesine neden oluyor. Bu yüzden yüksek seviyelerde salisilat içeren meyve ve sebzeler hasarlara ve hastalıklara daha dayanıklı oluyor.
Çok sayıda çalışma, bol miktarda sebze ve meyve tüketen insanların daha az kalp krizi geçirme ve kansere yakalanma riski taşıdığını gösteriyor. Acaba salisilat bu duruma açıklık getiren bir etken mi? Üç yıl önce yapılan bir araştırmada vejeteryen Budist rahiplerinin kanında vejeteryen olmayan kontrol grubundaki insanlara göre yüksek seviyelerde salisilat bulunduğu gösterilmiş. Ayrıca, vejeteryenlerdeki salisilat seviyesi, üçüncü bir grup olan günlük düşük doz aspirin alan insanlarınkilerle denk düşüyormuş.
Öte yandan, günümüzde çoğumuzun tükettiği meyve ve sebzelerdeki salisilat miktarının bir zamanlar olduğundan daha az olma olasılığı var. Bir zamanlar bitkiler kendilerini hastalıklardan, böceklerden ya da fiziksel zararlardan korumak için büyük olasılıkla bol miktarda salisilat üretiyorlardı. Günümüzdeyse, bitkilerin korunması görevini, dışardan verilen ilaçlarla insanlar yerine getiriyor. Bu durumda da, bitkilerdeki savunma amaçlı salisilat üretiminin düşük olması bekleniyor. Konuyla ilgili yapılan bir çalışma, organik sebzelerin, organik olmayanlardan altı kat daha fazla salisilat içerdiğini gösteriyor. Sonuçta, gıda üretimindeki ve yiyecek alışkanlıklarımızdaki değişikliklerin bir sonucu olarak, bizlerde salisilat eksikliği oluşmuş olabilir diye düşünülüyor.
 
Salisilat Bir Vitamin mi?
Peki salisilat gerçekten bir vitamin olarak düşünülebilir mi? Genelde bir vitamini nelerin oluşturduğuna yönelik net bir tanım bulunmuyor. Yalnızca belli kriterler var. Salisilatsa bu kriterlerden bazılarını karşılıyor. Salisilat tükettiğimiz gıdalarda bulunuyor (ya da en azından bir zamanlar bulunuyordu) ve çoğu vitamin gibi, vücutta sentezlenmiyor. Eser miktarları yaşamın devamı için gerekli. Ancak, salisilat eksikliği kendi başına akut semptomlara neden olmuyor. Sorunlar, ilerleyen yaşla ortaya çıkan kronik hastalıkların riskini artıracak şekilde daha yavaş gelişiyor gibi görünüyor. Salisilat eksikliğiyle ilişkili bulunan hastalıkların geç başlamasının, yaşam boyunca biriken hücre hasarları ve kronik iltihaplanmaya bağlı olabileceği düşünülüyor. Eğer, salisilat eksikliği gerçekten kalp krizi, felç, kanser, Alzheimer gibi hastalıklara temel oluşturuyorsa, bu bileşiğe giderek daha fazla önem verilmesi gerekiyor.
Aspirinin bir vitamin olabileceği iddiasına karşı çıkılmasının nedeniyse, pek çok vitaminin enzim kofaktörü (Enzimlerin yapısında yer alan ve etkinlik göstermeleri için gerekli olan yan gruplar) olması. Başka bir deyişle, vitaminlerin hücrelerimizde belli biyokimyasal reaksiyonların oluşmasına yardımcı olmaları. Örneğin C vitamini yaygın bir yapısal protein olan kollajen üretimine yardımcı oluyor. Salisilatın böyle bir işlevi yok: ancak, E vitamini de bir kofaktör değil. Buna karşın, bir antioksidan olması nedeniyle, tümüyle saf bir vitamin olarak tanımlanıyor. Oysa bu, salisilatın da sahip olduğu bir özellik. Ayrıca, çoğu vitamin vücutta üretilemediğinden, bunların beslenmemizde önemli bir yer tutmaları gerektiği düşünülür. Ancak bu durum, A ve D vitaminleri için geçerli değildir. A vitamini, bir çok sebzede bulunan karotenoidden sentezlenebiliyor. (Havuç, domates gibi besinlerde bulunan ve vücutta A vitaminine dönüşen, sarı renkte bir madde.) D vitaminiyse, güneş ışığına maruz kalan hücrelerce üretiliyor. Bu yüzden, salisilat vitamin olarak adlandırılmayı, bazılarına göre A ve D vitaminlerinden daha fazla ya da en azından E vitamini kadar hak ediyor.
Henüz S vitamini olarak adlandırılmış bir vitamin olmadığından, salisilatın bir vitamin olduğunu düşünenler ona "S vitamini" adını yakıştırmışlar. Hangi terim kullanılırsa kullanılsın araştırma gruplarınca paylaşılan görüş, salisilatın önemli bir mikro-besin olduğu. Şu andaki beslenmeyle ilgili araştırmalar, batı toplumlarının büyük yüzdesinde salisilat eksikliği olduğunu gösteriyor.
Özellikle de kötü bir beslenme alışkanlığına sahip olan gelir düzeyi düşük grupların. Bu durumda yakın zamanda bu halk sağlığı sorunuyla başa çıkmak için, yiyecek ve içme sularına sentetik salisilat eklenmesi, gıda üretim yöntemlerinde değişiklikler yapılması, daha fazla insanı düşük doz aspirin kullanmaya yöneltecek programlar uygulanması gibi yaklaşımlara gidilebilir.
Önemli bir soru, salisilat desteğinin hangi yaşta önerilmesi gerektiği. Geçtiğimiz yıl yayımlanan bir makaleye göre, 50 yaşından itibaren günlük düşük doz aspirin almaya başlayan kişiler, 90’lı yaşlara kadar sağlıklı bir yaşam sürme şanslarını ikiye katlayabilirler. Ancak, aspirinle ilgili daha fazla denemeye gereksinim olduğu açık.
Şundan emin olabiliriz ki, salisilatla ilgili mikro-besin teorisi en azından, günde 5 porsiyon meyve ya da sebze yememiz için bir neden daha oluşturuyor. Bu teori organik ürünlere geçiş yapmamız gerektiği anlamına mı geliyor, bunu zaman gösterecek. Ancak, potansiyel halk sağlığı yararları o kadar yüksek ki, bu konuyu önemsememekle hata yapabiliriz.
 
Aspirin içeren ilaçlar
• Algo tablet
• Algo-Bebe tablet
• Alka-Seltzer efervesan tablet -kombine
• Anacin tablet – kombine
• Asabrin enterik tablet
• Asinpirine tablet
• Aspinal tablet
• Aspirin forte tablet -kombine
• Aspirin pluc-C efervesan tablet -kombine
• Aspirin tablet
• Ataspin tablet
• Babyprin tablet
• Coraspin enterik tablet
• Dispiril efervesan tablet
• Dolviran tablet -kombine
• Ecopirin tablet
• Nötras tablet
• Opon tablet
• Sedergine Vit-C UPSA efervesan tablet-kombine
• Enter-Sal enterik kaplı draje – sodyum salisilat preparatı
 
Aspirinin 12 Yeni Marifeti
Dünyaca ünlü sağlık dergisi Men’s Health’in,  uzman görüşlerine   başvurarak yaptığı bir derlemede faydaları saymakla bitirilemeyen Aspirin’in iyileştirici etki yaptığı belirlenen 12 yeni hastalık daha  masaya yatırıldı. Amerikan Kalp Vakfı’nın sözcüsü olan ve Mayo Clinic’te  ilaç uzmanı olarak görev yapan Dr. Gerald Fletcher, "Bu kadar farklı  amaçlarla kullanılabilecek başka bir ilaç yok. Hala Aspirin’in yeni   faydalarını bulmaya devam ediyoruz" diyor. İşte mucize ilacın 12 yeni   marifeti…
Prostatı önlüyor: Ünlü sağlık merkezi Mayo Clinic’in uzmanları  tarafından 1400 erkek üzerinde 5.5 yıl boyunca yapılan bir araştırma,   prostat riskinin her gün Aspirin içen erkeklerde iki kat azaldığını gösterdi.

Kaşıntıyı  kesiyor: Birkaç tablet Aspirin’i ezip toz haline getirin.   Elde ettiğiniz  tozu bir miktar nemlendiriciyle karıştırıp kaşınan  bölgeye sürün. Bu  losyon Aspirin’in cilde nüfuz etmesini sağlayacak ve  kaşıntıyı  durduracaktır.

Tansiyonu  düşürüyor: İspanyol bilimadamlarının yaptığı bir  araştırma, Aspirin’in  yüksek tansiyona iyi geldiğini ortaya koydu. Her  gün alınan 100 miligram  aspirin büyük ve küçük tansiyonu belirgin oranda düşürüyor. Ancak uzmanlar  uyarıyor: Aspirini sabah değil, geceleri içmelisiniz.

Güneş yanığına karşı: Yazın bir anda  korunmasız olarak güneşin   altında kalmaktan kaynaklanan yanıklar bir hayli  can yakıcıdır ve   ardından cildin kabarcıklar şeklinde su toplamasına neden olur. Ancak  çok fazla güneş altında kaldıktan en az bir-iki saat sonra alınacak iki adet Aspirin hem yanmayı hem de cildin su toplanmasını azaltır.

Kalp dostu: Günde  en az 75 miligram Aspirin almak kanı inceltip damar iltihaplanmasını önleyerek kalp hastalıkları riskini yüzde 30 oranında düşürebiliyor. Göğüs ağrısı hissedildiğinde bir Aspirin  çiğnemek, olası kalp krizini baştan önlemeye yardımcı oluyor ve kriz geçirilmişse bile bunun yarattığı  tahribatı azaltıyor.

Nasıra iyi geliyor: 5-6 adet Aspirin’i toz haline getirip yarımşar çay kaşığı su ve limon suyuyla karıştırın. Nasırlı bölgeye bu karışımı sürdükten sonra üzerini sıcak ve nemli bir bezle 10 dakika  örtün. Aspirin’in içindeki asit nasırı yumuşatacak ve süngertaşıyla biraz  ovduktan sonra nasırınız düzelecektir.

Kolon kanserini önlüyor: Aile bireylerinizden biri kolon kanseriyse her gün Aspirin içmenizde büyük fayda var. Zira araştırmalara göre günde 81 miligram Aspirin alan erkeklerde kolon kanseri riski, almayanlara göre yüzde 50 oranında düşebiliyor.

Uçukları geçiriyor: Macar uzmanlar  tarafından yapılan bir  araştırmaya göre, her gün alınacak 125 miligram  Aspirin uçukların cilt üzerindeki ömrünü ortalama 8 günden 5 güne düşürerek, neredeyse  yarı yarıya azaltabiliyor. Aspirin, uçuğa neden olan  iltihabı da  azaltarak, etkilenmiş bölgenin daha çabuk iyileşmesini  sağlıyor.

Alzheimer’dan  koruyor: Hollanda’daki Erasmus Tıp Merkezi’nde görevli bilim adamları  tarafından yapılan bir araştırmaya göre birkaç yıl boyunca düzenli Aspirin  kullananlarda Alzheimer hastalığına   yakalanma riski, bu ilacı düzensiz kullananlara göre yaklaşık yüzde 80 oranında daha az ortaya  çıkıyor.

Kadında kısırlığa  iyi geliyor: Arjantinli uzmanlar, çocuk sahibi olamayan bir grup kadın  üzerinde testler yaptı. Kadınlardan bir bölümüne sadece kısırlık ilacı,  diğer gruba ise kısırlık ilacıyla birlikte 100  miligram Aspirin verildi.  Aspirin, yumurtalıkta kan dolaşımını artırdığı  için, ilacı Aspirinle alanların hamile kalma şansı yüzde 40 arttı. Sadece kısırlık ilacı  alanlarda ise yüzde 20 artış görüldü.

Siğilleri söküp atıyor: Bir parça bant alın, ortasına yuvarlak bir delik açın ve bu delik tam siğilin üzerine gelecek şekilde bantı cildinize yapıştırın. Ucu banttan dışarı çıkan siğilin üzerine, daha önce toz haline getirdiğiniz Aspirin’i sürün ancak cildinizin diğer  taraflarına bulaştırmayın. Sonra bunun üzerini başka bir bantla kapatıp aynı işlemi üç gece üst üste uygulayın. Siğiliniz iyileşecektir.

Felçten koruyor:  Felcin nedeni kan pıhtılaşması. Aspirin’in en önemli özelliği de pıhtılaşmayı önlemesi. Her gün alınacak bir Aspirin’in, felç geçirmiş erkeklerde yeni bir felç riskini yüzde 25   oranında önlediği biliniyordu. Bundan yola çıkan  uzmanlar, genel olarak felç riski taşıyanlarda da aynı oranda etkili  olacağını düşünüyor. Hatta  bazı araştırmalar bu oranın daha da yüksek  olabileceğini gösteriyor.

 

belgesi-985

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin