Bağdat Hattı Üzerinde

Bağdat demiryolunun başlangıcı olan Haydarpaşa Garı’nın içine girdiğiniz andan itibaren, insan kendini milliyetçiliğin içinde buluyor, ama görünürde İngilizler buraya hâkim. Onlar garı işgalleri altına almışlar, pasaportları ve tezkereleri vize ediyorlar, fakat milliyetçi subay, asker ve jandarmalar aşağı yukarı her tarafta serbest dolaşmaktalar.

 

İngiltere Bağdat hattını elinde tuttuğu iddiasında. Bu varsayımdan bir türlü vazgeçmemekle beraber bu onu, her gün Anadolu’ya hareket eden trenlerin tıklım tıklım dolu olarak kalkmasına göz yummak zorunda bırakıyor. Köylü ve göçmen kalabalığı arasında, savaş görev yerlerine giden milliyetçilerin siluetleri fark ediliyor. Subayların çok sade ve ciddî görünüşlü üniformaları, pek hafif teçhizatları var. Hepsinin başlarında astragan kalpak, bütün yüzlerde ise az uyumuş insanlara özgü, sinir gerginliğinin yarattığı ifadeye rastlanıyor.

 

Asya’nın eşiğinde, önceleri Alman gücünün bir sembolü olan büyük gar, bugün harabe halinde; büyük harp sırasında Müttefik hava hücumları onu kalbur gibi delik deşik etmiş.

 

Bagajların kaydı sırasında karşılıklı küfürler edildi. İngiliz teşkilâtının beş para etmediği açıkça görülüyor. Milliyetçilerin ajanları, İngiliz süngülerinden korkmadan, boyuna gidip geliyorlar, bu süngüler korkakça iniyor ve onlara yol veriyor. Bağırışmalar, kadınların çığlıkları, İngiliz kontrolünün sert müdahaleleri arasında tren bir kere sarsıldıktan sonra, hareket ediyor. İnanılacak gibi değil. Fakat ortalıkta dolaşan subay, asker ve jandarmalar şimdi neredeler? Her yerden çok Doğu’da. Anlamak için kafa yormaya lüzum yok. Katar ağır bir yolla, sarsılarak İstanbul’un bitip tükenmeyen banliyösünü, acınacak bir hâldeki göçmen kamplarını geçti.

 

Önceleri bu bölge tamamıyla sebze bostanları, çiçek tarlalarıyla kaplıydı. Bugün ise çöl gibi.

 

Pendik’ten sonra, eskiden Bythinie adıyla anılan bölge başlamakta. Bir aralık koyu renkli ve kıyıya hâkim bir tepe göründü. Efsaneye göre, Annibal burada ölmüş.

 

Hintli askerlerle dolu trenler boyuna gelip geçiyorlar. Bunlar Anglosaksonların oynamakta oldukları trajedinin figüranları. Demiryolunun her iki tarafında İngiliz kampları var, halkı heyecana getirmek söz konusu olsa gerek.

 

İşte İzmit. Şehir iki kısımdan oluşmakta: Hıristiyan mahalleleri, körfezin üstünde amfi şeklinde, yavaş yavaş deniz kıyısına kadar iniyor. Enkaz halindeki büyük ”Goeben”in renksiz gövdesi plajın yarısını kaplamış. 1919 sonbaharında İzmit savaş felâketine uğramamış olmanın sevincini yaşıyordu.

 

Nihayet demiryolu kıyıyı terk ederek, ülkenin iç kısımlarına doğru daldı. Meyve ağaçlarından oluşan gerçek bir orman içerisinde gidiyoruz. Müthiş bir bolluk âdeta yolu kaplayacak. Körfezin uzantısı gibi olan Sabanca Gölü göründü. Açıkta birkaç yelkenli sandal, havada güzel kokular var; yalnız biraz ağırca. Batan güneşin ışınları derin suları aydınlatmakta. Mandaların çektiği kağnıların çıkardığı gıcırtı bütün gece devam etti. Bunlar, kokulu meyvelerle dolu küfeler yüklü. Bunları istasyona götürüyorlar.

 

Biraz sonra Sabanca’ya geldik. Burası milliyetçilerin elinde bulunan bölgenin sınırı üzerinde. Burada İngiliz kontrolü treni gözden geçirdi, her türlü şüpheli kişileri indirecek, ama savaşçı unsurlar birdenbire ortadan yok oluverdiler. Bunlar ileride tekrar trendeki yerlerini alacaklardır.

 

Biraz sonra gar şefinin, ”Tamam, ileri” diye bağıran sesi duyuldu. Trenimiz artık tehlikeli bölgeye giriyordu. Burada İngilizlerle millî kuvvetler arasındaki savaşlar aralıksız devam etmekte, Karasu boğazındaki köprü ve viyadükler acaba geçit verecek durumdalar mı? Bunu kimse bilmiyor.

 

Lokomotif ve vagonları hayli eski olan katar, her iki yanı dik yarlarla kaplı dar bir boğaza girdi. Çok muhteşem ve altı uçurum olan, gerçek sanat eseri köprü ve tüneller trenimize geçit veriyorlar. Yunanlı kontrolör ise, boyuna halinden şikâyet etmekte. Bu, onun son görevi imiş; çünkü canı pek tatlı. Öfke ve çaresizlikle, nehrin kenarındaki Hintli askerlerin çadırlarını işaretle: ”Bunlar şuursuz insanlar, çekilmez çocuklar gibidirler, bir evet veya bir hayır için, veyahut canları eğlenmek istediği zaman, kırmızı bayrak sallayarak treni durduruyorlar. Meyil çok dik, birçok defa kaza tehlikesi atlattık, frenler de iyice aşınmış, lokomotifin takati tükenmek üzere, ne meslek!”

 

Zavallı, başının üzerinde, yüksekte, en ufak bir sarsıntıda yuvarlanmaya hazır kayalara bakıyordu. Çadırlarda yakılan ateşler, köpürerek akan dereyi aydınlatıyor, önümüze Kipling’in romanları için yapılmış sahneler çıkıyor.

 

Bununla beraber köprüler sağlanmış ve iyi dayandılar. Alışkanlıklar her güçlüğü yeniyor. Trendekileri uyku bastırdı, pencerelerin kenarlarına dikilmiş mumlar eriyerek yavaş yavaş akmakta. Ay ışığı kayaları, üzerlerindeki bodur, yeşil ağaçları ve Hintlilerin sarıklarını aydınlatıyor. Tepelerden aşağı doğru dondurucu bir rüzgâr esmeye başladı.

 

Birden kompartımanımızın kapısı hoyratça açıldı. Ellerinde bir elektrik feneri olan üç kişi sert bir sesle İngilizce, ”Pasaport” dediler ve tercümanımızın üzerine çullanarak onu aramaya başladılar. O, kendisine doğru çevrilmiş tabancaya rağmen kuvvetle debelenmeye başladı, ben araya girdim, olay son buldu.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2675

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin