Devletin Vazifeleri

Milletin kurduğu devletin ve hükümet teşkilatının vatandaşlara karşı, mükellef (sorumlu) olduğu vazifeleri ve selâhiyetleri vardır. Bu vazifelerin mahiyetleri tetkik olunursa, şöyle bir sıra yapılabilir:

 

a) Memleket içinde, asayişi ve adaleti tesis (sağlamak) ve idame ederek (sürdürmek), vatandaşların, her nevi hürriyetini, masun bulundurmak (korumak).

 

b) Harici siyaset ve diğer milletlerle münasebetleri iyi idare ederek ve dahilde her nevi müdafaa kuvvetlerini, daima, hazır bulundurarak, milletin istiklalini emin ve mahfuz bulundurmak.

 

Bu iki nevi vazife, devletin, en esaslı, vazifelerindendir. Denilebilir ki, devlet teşkilinden maksat, bu iki vazifenin ifasını temin etmektir. Çünkü bu vazifeler, vatandaşların fert olarak, yapmaya muktedir olamayacakları işlerdir. Hatta, vatandaşların bu vazifeleri  kısmen dahi yapmaya kalkışmaları caiz değildir; zira, o zaman anarşi olur; devlet kalmaz. Mesela; bir vatandaş kendi kendine bir ecnebi devletle siyasi bir temas ve münasebette bulunamaz.

 

Bir vatandaş, memleket müdafaasında başına toplayabileceği birtakım kimselerle başlıbaşına harekete mezun (yetkili) değildir.

 

Bir vatandaş, kendi hürriyet ve hakkını, kendi maddi kuvvetine dayanarak temine (sağlamaya) kalkışamaz;

 

Bu hususlar, fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil, milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzuyla temin olunabilir.

 

Bu iki nevi vazifeden başka, devletin alakadar olduğunu işaret ettiğimiz vazifeleri de, başladığımız sıra ile söyleyelim.

 

c) Yollar, demiryolları vs. gibi nafia işleri,

 

d) Maarif işleri,

 

e) Sıhhiye işleri,

 

f) İçtimai muavenet (sosyal güvenlik) işleri,

 

g) Ziraat, ticaret, sanata ait iktisadi işler.

 

Bu son saydığımız işleri, devletin yapmaması fertlere terk etmesi lazım geldiği iddiasında bulunanlar vardır. Bu nazariyeyi tasvip ve takip edenlere “Ferdiyetçi” derler.

 

Milletin, umumi ve müşterek menfaatlarına, ait, siyasi, fikrî işlerde olduğu kadar iktisadi her nevi işlerin, fertlere bırakılmayıp devlet tarafından yapılması daha münasip olacağı nazariyesini müdafaa eden “Devletçi”ler de vardır.

 

Biz, devletimizce tatbiki münasip (uygun) olan prensibi, tespit için, “Ferdiyetçi” ve “Devletçi”lerin istinat ettikleri (dayandıkları) noktaları ve bir de demokrasinin bariz vasıflarını, göz önünde tutarak, kısa bir muhakeme yapalım:

 

“Malumdur ki, Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına müstenit (dayanan) bir devlettir. Demokrasi ise, esas itibarıyla, siyasi mahiyettedir; fikridir, ferdidir, müsavatperverdir.

 

Demokrasinin, bu esas noktalarına göre vatandaşın siyasi hürriyet ve mesaisini (çalışmasını) temin etmek ve vatandaşın ilmi, içtimai, sanat, ahlak inkişafını temin ile alakadar olmak, vatandaşın ve milli hâkimiyete usulü dairesinde iştirak (katılma) hakkını ve bütün vatandaşların aynı siyasi hakları haiz olmalarını temin eylemekten ibaret olan noktalar devletin, vatandaşa karşı, başlıca vazifelerinin hududunu gösteren işaretlerdir.

 

O halde, demokrasi esasına müstenit bir devlet; bir içtimai muavenet sistemi, veyahut bir iktisadi teşkilat sistemi değildir. Bunun için, bu sahalara ait işlere devletin karışmaması bütün bu mahiyetteki işleri fertlere veya fertlerden mürekkep şirketlere bırakması mümkündür. Bu imkânının derecesini anlamak için, devletin, millete ve memlekete karşı ifasına mecbur olduğu esaslı vazifelerinin ikinci derecede görülen vazifelerle münasebet ve irtibatlarını düşünmek lazımdır.

 

Devlet asayişi temin etmek için, memleketi müdafaa eylemek için, sıhhati yerinde gürbüz ve anlayışları, milli hisleri, vatan muhabbetleri yüksek vatandaşlar ister.

 

Devlet, dahilde ve hariçte millet işlerini gördürecek yüksek kabiliyetli vatandaşlara muhtaçtır.

 

Devlet, bütün vatandaşlarının devletin kanunlarını anlayıp onlara riayet lüzumunu takdir etmelerini, memleketin asayişi ve müdafaası için ehemmiyetli görür.

 

Devlet, umumiyetle vatandaşların herhangi sanat ve meslekte, zamanımız terakkilerinin icap ettirdiği derecede muvaffak olmasıyla alakadardır.

 

Bu sebepledir ki, vatandaşların, tahsili, terbiyesi, sıhhati ile alakadar olmak mecburiyetindedir.

 

Devlet, memleketin asayiş ve müdafaası için, yollarla, demiryollarıyla, limanlarla, deniz vasıtalarıyla, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü nakliye vasıtalarıyla, milletin umumi servetiyle yakından alakadardır. Memleket idaresinde ve müdafaasında, bu saydıklarımız toptan, tüfekten, her nevi silahtan daha mühimdir.

 

Bilhassa para, her türlü vasıtanın üstünde, bir mevcudiyet silahıdır. Bu saydığımız sahalardaki işlerden iktisadi olanlar, doğrudan doğruya devletin zaruri vazifelerinden görünmemekle beraber, o vazifelerin ifasında müessirdirler. Bu sahalardaki işleri fertlere veya şirketlere tamamen bırakabilmek için; bu işlerin, devlet müdahalesi ve muaveneti olmadığı halde, devletin esasi vazifelerini ifada müşkülata uğratmayacağına emin olmak lazımdır.

 

Görülüyor ki, iktisadi ve bazı içtimai işler, bir taraftan fertlerin menfaatleri ile alakadardır. Bunun içindir ki, ferdiyetçiler, bu işlere memleketin karışmasını şahsi hürriyete tecavüz gibi görürler. Fakat bu işler içinde, dolayısıyla, bütün milletin müşterek menfaatine temas ve taalluk eden noktalar da vardır. Bu sebeple, devletçilerin haklı oldukları noktaları kabul etmek muvafık olur.

 

Hususi menfaat, ekseriya umumi menfaatla tezat halinde bulunur. Bir de, hususi menfaatler en nihayet, rekabete istinat eder.

 

Halbuki, yalnız bununla iktisadi nizam tesis olunamaz.

 

Bu zanda bulunanlar, “kendilerini bir serap karşısında, aldanılmaya terk edenlerdir”.

 

Fertler, şirketler, devlet teşkilatına nazaran zayıftırlar. Serbest rekabetin, içtimai mahzurları da vardır; zayıflarla, kuvvetlileri müsabakada karşı karşıya bırakmak gibi… Ve nihayet fertler, bazı büyük müşterek menfaatleri, tatmine muktedir olamazlar.

 

Bu gibi işlerde, fertlerin tesisine imkân bulamayacakları geniş ve kuvvetli teşkilat icap edebilir, yalnız bu gibi işlerde, fertler kâfi menfaat elde edemeyecekleri için, o işlerden vazgeçerler. Halbuki, o işler, milletçe hayati bir ehemmiyeti haiz olur ve devlet onu yapmak mecburiyetinde bulunur.

 

Herhalde milletlerde, hürriyet ve medeniyet inkişaf ettiği nispette devletin vazifeleri ve mesuliyetleri çoğalır; “hayat çoğaldığı nispette vasıta da çoğalır.” Çok vasıta çok ve büyük kuvvetle idare olunur. Kuvvet çoğaldıkça kaideler de çoğalır. Bir cemiyetin vasıta ve kaidesi ise devlettir.

 

Bundan başka devletin, ferde nazaran hırsı başka mahiyettedir. O umumun müşterek menfaatını ve terakkisini düşünür. Fertleri hususi menfaat hissinden ne dereceye kadar uzaklaştırmak mümkün olacağı tetkike değer.

 

Herhalde devletin siyasi ve fikri hususlarda olduğu gibi bazı iktisadi işlerde de nazımlığını prensip olarak kabul etmek caiz görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak müşkülat şudur: Devlet ile ferdin karşılıklı faaliyet sahalarını ayırmak…

 

Devletin, bu husustaki faaliyet hududunu çizmek ve bu hususta istismar edeceği kaideleri tespit etmek; diğer taraftan, vatandaşın ferdi teşebbüs ve faaliyet hürriyetini tehdit etmemiş olmak, devleti idareye selahiyettar kılınanların düşünüp tayin etmesi lazım gelen meselelerdir. Prensip olarak, devlet ferdin yerine kaim olmalıdır. Fakat, ferdin inkişafı için umumi şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de ferdin şahsi faaliyeti iktisadi terakkinin esas membaı olarak kalmalıdır. Fertlerin inkişafına mani olmamak, onların her noktai nazardan olduğu gibi, bilhassa iktisadi sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyetiyle bir mani vücuda getirmemek demokrasi prensiplerinin en mühim esasıdır. O halde diyebiliriz ki, ferdiyet inkişafının, mani karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder. Buna nazaran, “umumiyetle, zaman ve mekânda daimi bir hususi vasıf gösteren, iktisadi bir işi devlet üzerine alabilir”. Mesela; bir iş ki, büyük ve muntazam bir idareyi icap ettirir ve hususi fertler elinde inhisara düçar olmak tehlikesini gösterir veyahut umumi bir ihtiyaca tekabül eder, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz seyrüsefer şirketlerinin, devlet tarafından idaresi ve para ihraç eden bankaların millileştirilmesi; kezalik su, gaz, elektrik ve saireye ait işlerin mahalli idareler tarafından yapılması, yukarıda izah ettiğimiz neviden işlerdir.

 

Bu izah ettiğimiz mana ve telakkide, “devletçilik, bilhassa içtimai, ahlaki ve millidir”. Milli servetin tevziinde, daha mükemmel bir adalet ve emek sarfedenlerin daha yüksek refahı; milli birliğin muhafazası için şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak, milli birliğin mümessili olan devletin mühim vazifesidir.

 

Umumi menfaata hizmet eden umumi müesseselerin çoğaltılması devletin, ehemmiyetle göz önünde tutacağı bir meseledir. Bu sayede sırf menfaatperest faaliyetler tahdit olunur. Bu, vatandaşlar arasında ahlaki tesanüdün inkişafına yardım eden mühim bir amildir.

 

Memlekette her nevi istihsalin ziyadeleşmesi için, ferdi teşebbüsün devletçe elzem olduğunu da ehemmiyetle kaydettikten sonra, beyan etmeliyiz ki, “Devlet ve fert birbirine muarız değil, birbirinin mütemmimidir.”

 

Devlet ve fert dediğimiz zaman bu kelimelerin mücerret manasını değil; yegâne hakikat olan “içtimai insan”, yani cemiyet içinde yaşayan fertleri murat ediyoruz. İşte bu insanın iki türlü menfaatleri vardır. Bu menfaatların bir kısmı şahsidir. Diğer kısım menfaatler müşterektir. Cemiyetin hayatını muhafaza eden bu müşterek menfaatlardır. İyice düşünülürse bu iki nevi menfaat birbirine muadildir. Çünkü, içtimai insanın hayatı için her iki menfaat aynı derecede lüzumludur. Buna nazaran bizce devlet ve fert kelimeleri, umumi veyahut hususi menfaatlarda biri düşünüldüğüne göre ve fakat her iki halde de içtimai insanı ifade ve izah eden iki tabirdir. Yani demek istiyoruz ki, yalnız başına fert ve fertlerden mücerret devlet düşünmüyoruz. Devlet, fertlerin teşkil ettiği milli cemaatin göze görünen şeklidir. Ancak fert emeğinin gelirini; devlet de ictimai inkişaftan hasıl olan geliri almak mecburiyetindedir.

 

Bu mülahazaların bizim halimize daha yakından alakasını düşünelim.

 

Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasi ve fikrî hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz. Mühim ve büyük işler, ancak milletin umumi servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine istinat ederek; milli hâkimiyetin tatbik ve icrasını tanzim ile muvazzaf olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır. Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği ve fertlerin teşebbüslerine terk olunmasında beis olmayan işlerden birçoğu bizim için hayatidir ve birinci derecede mühim devlet vazifeleri arasında sayılmalıdır.

 

Hülasa Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber Devletçilik prensibine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur.

 

Bizim takibini muvafık gördüğümüz Devletçilik prensibi; bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden sosyalizm prensibine müstenit kolektivizm yahut komünizm gibi hususi ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir.

 

Kaynak: Atatürk’ten Yazdıklarım
belgesi-2592

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin