Japon Gucunun Sirri

 Kendilerini dünyanın en yanlış anlaşılmış ve en  sevilmeyen ulusu olarak tanımlayan Japonlar ülkelerini de şöyle tanımlıyorlar: " Japonya balinaya benzer. Denizde yaşar ama balık değildir, balığa benzer ama memelidir." Kendilerini tanımlamakta bile zorluk çeken böylesi bir ulusun uluslararası platformda sağladıkları gücün sırrını tanımlamakta zorlanacağımıza inanıyorum. Şüphesiz ki bir çok etkenden söz edilebilir ancak biz burada sadece eğitim yönüne bakacak ve bir taraftan okul diğer taraftan okul dışı ve işletmelerdeki eğitim sistemlerine kısaca bir göz atarak bu konudaki bakış açılarımızı biraz daha genişletmiş olacağız.

 Feodal TOKUGAWA öncesi dönemlerde bile toprak reformu sorunlarını halletmiş, Çin uygarlığının getirilerinden büyük ölçüde yararlanmış olan Japonya 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde sanatta ve ekonomide, tarımda ve bilimde oldukça büyük bir yol almıştı.

1955’te IMF ve GATT’a girerek varlığını hissettiren Japonya, ağır ve emin adımlarla yoluna devam ettiğini tüm dünyaya duyurdu. Buna karşın 2. dünya savaşından sonra yakılıp yıkılan Japonya’da insanlar ekmek peşinde koşarlarken, Avrupalı araba ile tatile gitmenin keyfini tanımış, Japonya herkesin küçümsediği ve önemsemediği bir ülke durumuna düşmüştü. Hatta 60’lı yıllarda Fransayı ziyaret eden bir Japon bakan pilli radyo tüccarı olarak nitelendirilmişti.

 Şimdi o pilli radyo üreticileri ve diğerleri kendi alanlarında tüm dünyayı zorlamakta ve piyasa kurallarını belirlemektedir. Kişi başına 24 bin Amerikan doları yıllık gelire sahip olan Japonlar aynı zamanda dünyanın 271 milyarderi arasında 40 kişi ile temsil edilmektedir.

 1854’de silah zoruyla ticaret anlaşması imzalayarak kapılarını dış dünyaya açan Japonlar, dünyanın en büyük 10 bankasına sahip. Aynı zamanda gene dünyanın en büyük sigorta şirketlerine sahip olan Japonların bu şirketler kanalıyla sahip oldukları taşınmazlar gerçekten de düş sınırlarını zorlamaktadır. Hawai adalarının neredeyse tamamı Japonlara aittir. Rockefeller Center Mitsubishi’nin, Columbia Stüdyoları ise Sony’nindir. Champ-Elysees’nin değerli yapıları ile Victor Hugo’nun Konağı gene Japonlara aittir. Dünyanın en büyük ve ünlü golf sahalarının birer birer Japonların eline geçmeye başladıklarını duymayan var mı?

 Peki gerek ciroları gerekse işgücü sayıları ile tüm dünyaya adını duyuran  Japon devlerini bilmeyen var mı ?  MATSUSHITA ELEKTRİK 198 bin, HITACHI 290 bin, TOYOTA 96 bin, SONY 95 bin, ve FUJITSU 115 bin çalışanı ile dünya devleri arasında sayabileceğimiz Japon şirketleridir. Bu arada yaklaşık bir milyon Amerikalının Japon şirketlerinde çalıştığını biliyor muydunuz ?  

Peki, hiç sevilmedikleri halde dünyayı kendilerine hayran bırakan bu insanların başarılarının arkasında ne var, bu işin sırrı ne ?

 Japonya’nın en önemli ekonomistlerinden EIKAN KYU Japon ekonomisinin başarısının altındaki önemli faktörlerden birinin de insan olduğunu söylüyor.Üretimin üç önemli unsurunu sıralarsak, sermaye, toprak ve işgücüdür. Savaş sonrasında sermaye çok azdı. Toprak zaten coğrafi nedenlerle oldukça sınırlıydı. İşte burada bütün başarı insan unsurundaydı. Ya da başka bir deyişle, sahip oldukları en bol kaynağın, en uygun kullanımı. Bir Japon şöyle diyor " Biz küçük ve fakir bir ülkeyiz. Petrol, maden ve bunun gibi diğer doğal kaynaklardan yoksunuz. Fakat çok fazla insanımız var ve bu insanlar bizim tek doğal kaynağımız. Eğer biz Japonlar bu insanların enerjilerini yönlendirebilirsek, yapamayacağımız hiç bir şey yoktur." 

Japonlar, herşeyin insanlar tarafından ve gene insanlar için gerçekleştirileceğine olan inançları nedeniyle, insana saygı duyar ve eğitimlerine büyük önem verirler. Kıt kaynaklara sahip olan japonların ellerindeki en büyük kaynak insandır. İnsanların enerjilerinin ve bilgilerinin topluma yönlendirilmesi ile her şeyi yapmaya güçlerinin yeteceğine inanırlar. Tüm çocuklara ilk öğretilen şey, Japonya’nın yoksul bir ülke olduğu ve ülkenin yaşamasının onların çalışmasına bağlı olduğudur. 

Bu nedenle de eğitim anlayışlarını şöyle özetlerler :

·      Eğitim olabildiğince erken başlamalıdır.

·      Eğitim olabildiğince uzun sürmelidir. (Yaşam boyu )

·      Eğitim olabildiğince uygun ortamlarda verilmelidir.

 Japon kültüründen gelen bir anlayışa da değinmekte fayda var. Japon insanı bilgiye saygı duyduğu gibi bilene de saygı duyar. Öğretmenin tam karşılığı olmamakla birlikte SENSEI daha iyi bilen, usta ve öğretmen anlamındadır. Japonlara göre iyi yetişmiş her insan sensei’dir ve ondan yararlanmalıdır.

 SONY’nin kurucusu A.MORİTA şöyle diyor: " Bir ağacı başka bir yere dikeceğiniz zaman, onu yaşayacağı ortama alıştırmak için köklerini ağır ağır ve özenle toplayarak yeni ortamına hazırlarsınız. Oldukça sabır isteyen bir iş olmasına karşın NEMAWASHİ denilen bu teknik çok sağlıklı ağaçların yetişmesiyle sizi ödüllendirir. "

1860’larda yaklaşık 16 bin halk eğitim merkezi vardı. 4  yıllık zorunlu eğitime katılan çocukların oranı ise yüzde doksanlar dolayındaydı. 1907 yılında 6 yıla çıkarılan zorunlu eğitime katılım ise yüzde 99 oranındaydı. Ülkenin dört bir yanına dağılmış eğitim kurumları ve üniversiteler, devletin üst düzey kadrolarını yetiştiriyor, askeri okullar ise Japon ideallerini gerçekleştirecek komutanları eğitiyordu. 1868 yılında Tokyo’da 26 yüksek okuldan oluşan bir üniversite vardı. Tüm Japonyada ise bu rakam 300 yüksek okul, 568 ortaokul ve lise 20 bin civarında ise ilkokul bulunuyordu. Resmi olmayan okulların sayısı ise 1500 dolaylarındaydı.

 Gene o tarihlerde yaklaşık 35 milyonluk nüfusta erkeklerin yüzde 40’ı, kadınların ise yüzde 35’i ilkokul mezunu idi. Başka bir deyişle de nüfusun yüzde 80’ini oluşturan kırsal kesimin yüzde yirmisi ilkokul mezunu idi.

 Tokugawa döneminde öğrenciler bir konuyu önce ezberler, sonra küçük gurup çalışmaları halinde tartışır ve her öğrenci bu tartışmalardan sonra kendi görüşünü ortaya koyardı. Bu dönemdeki eğitimin kalitesi, bir sonraki MEIJI döneminin hızla gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Nitekim 1890’larda 3 olan üniversite sayısı 1930’larda 46’ya çıkmıştır. Bu dönemin eğitim kalitesine söylenecek pek bir şey yok gibi. Ancak bazı feodal kurumların varlığı japonyanın arzu edilen çağdaş uygarlığı yakalamasını engellemeye başlamıştı. 

1868’de başlayan MEİJİ döneminde feodal kurumların hepsinin varlığına tamamen son verilerek, gelişmeyi ve büyümeyi geciktireceği düşünülen tüm engellerin ortadan kaldırılacağı vurgulanmıştı. Bir anayasa başlangıcı gibi değerlendirilen MEIJI Andında “ geçmişin onur kırıcı, çağdışı adetleri kaldırılacak ve Doğa’nın adil kanunlarına uygun olarak herşey yeniden düzenlenecek ” denilmektedir. O dönemin ünlü sözü “Japon ruhu, batı teknolojisi; batı uygarlığı, Japon eğitimi” Ulu önder Atatürk’ün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefi ile benzerlik taşımaktadır. Bu sloganlar bir eğitim politikası halinde 1868’den sonra Japon toplumunun çağdaş eğitim ve dünyaya açılma-batılılaşma sürecini desteklemiştir.

 İkinci dünya savaşına kadar eğitimin amacı endüstrileşme ve askeri güçlenme olarak görülürken, dünya savaşından sonra barışı kazanma çabaları ile birlikte, gelir ve refah artışı ve buna paralel olarak ihtiyaç duyulan insan gücünü yetiştirmeye dönmüştür. Eğitimde birliğin sağlandığı o zamanın japonyasında devlet genel eğitim üzerinde yoğunlaşırken özel şirketler de kendi ihtiyaç duyudukları teknik elemanların yetiştirilmesine ağırlık vermişlerdi. Bu anlayışla hareket eden japonya da o tarihlerde görev yapan 142 yabancı eğitim uzmanının çalıştırıldığı da bilinmektedir. Çünkü Japonlara göre bilginin kaynağı değil, gücü önemlidir.

 Japonlar okullaşmadaki başarılarının yanında okul öncesi sonrası ve okul dışı eğitimi’nde öneminin bilincine varmışlardır. Yaşam boyu eğitim sloganının altında yatan anlam da budur. Eğitim sistemi toplumun sürekli değişen insangücü istemlerini karşılayan yapısal bir gelişme içine sokulmuş, zorunlu dersler ilgi alanlarına yönelik seçmeli derslere dönüşmüş, eğitim programları da sadece fen bilimleri ile değil düşünen ve soran insanı yaratma amacına dönük olarak geliştirilmiştir. 

Japon eğitimi ile batı uygarlığını tanıştırmak, kültürel farklılıkların varlığını kabullenmek ve dünya insanlarına karşı olumlu bir yaklaşım içerisinde olabilmek amacıyla fen bilimlerinin yanında güzel sanatlara da önem verilmiştir. İlkokul dördüncü sınıf haftalık eğitim programına baktığımızda karşılaştığımız tablo şudur. Haftada 8 saat japonca öğrenen bir ilkokul öğrencisi 5 saatini aritmetiğe 3 saatini fen bilimlerine ayırmakta ve bunun yanında 2 saat müzik ve 2 saat de sanat eğitimi almaktadır. Lise döneminde ise sanat eğitiminin haftada 8 saate kadar çıktığını görmekteyiz. Klasik müziğin Japon yerel müziği kadar popüler olduğunu biliyor muydunuz ?

 Japon eğitim sistemi, dünyadaki en iyiler arasında yer almakla ün yapmıştır. Bu ün kısmen Japon öğrencilerin uluslararası yarışmalarda ve özellikle matematik alanında almış oldukları üstün derecelerle sağlanmıştır.

 Çocukların yüzde 94’ü üniversite düzeyine kadar eğitimlerini sürdürürler. Bu oran dünyanın en yüksek oranı olarak kabul edilmektedir. 1983 yılında yapılan yarışmalarda, matematik testlerinden en yüksek puanları Japon öğrencilerin aldığı görülmektedir. Amerikalılar ve batılı gençler ortalama 100’lük bir derece alırken Japon gençlerinin derecesi 117 idi.  

Japon öğrencilerin uluslararası yarışmalarda iyi sonuçlar almaları hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü çocuklar ilkokuldan liseye kadar bu sınavlara girmek için hazırlanırlar. Üniversite yarışına daha ilkokuldayken başlayan Japon öğrencilerin, daha çocukluklarını yaşayamadan birer ayaklı kütüphane haline geldikleri de çeşitli kaynaklarda sık sık vurgulanan bir olgudur. 

Bazı özel üniversitelerin ilkokul ve hatta ana okulu bağlantıları vardır. Bu özel üniversitelere ana okulundan başlayan bir öğrenci için sınıf atlamak sadece basit bir formalite sınavıdır. Bu şekilde üniversiteye kadar gelinir ve bitirilir. YÜRÜYEN MERDİVEN olarak da adlandırılan bu sistemin de kendine göre zorlukları vardır. Burada da ana okulunun ilk sınıfına girebilmek için aşılması gereken zor sınavlar vardır. 

Üniversitelere girmek için yıllarca çalışarak yorulan öğrencilerin artık üniversitede dört yıl dinlenmeyi hakettiklerine dair halk arasında yaygın bir inanış vardır. Gerçekten de üniversiteye girmek çok zor olmasına rağmen orada kalmak çok daha kolaydır. Çünkü üniversite sizden hiç bir şey yapmanızı istemez. Bir çok öğrenci neredeyse kitaplarını bile açmadan mezun olur. Bazı şirketlerin adayları seçerken beyin gücünden çok popülarite, ekip çalışması ve uyumluluğa önem vermeleri nedeniyle, dört yıl sonra, çok bir şey öğrenmeden okulu bitirmeleri de, işe girmelerine engel değildir.

 Şimdi de II. dünya savaşından sonra Japonya’nın kısa sürede toparlanmasına yardımcı olan eğitim seferberliği ve devletçe yapılan okul dışı eğitim çalışmalarına bir göz atalım.

 Bu konuda öncü kuruluş Japon Prodüktivite Merkezi olmuştur. Japon prodüktivite merkezi işçi sendikalarının da katılımı ile 1955 yılında kurulmuş, 15 yıl içerisinde 10 bini aşkın elemanı inceleme grupları halinde yurt dışına yollamıştır. Bu arada ikiyüzden fazla yabancı uzman davet ederek bilgilerinden yararlanma yolları aranmıştır. Küçük ve büyük işletmelerin yöneticileri, sendikacılar, hükümet görevlileri, gazeteciler, öğretmenler ve hatta ev kadınları yurt dışına gönderilerek, inceleme gruplarının yaygınlaşması ve etkinliklerinin artması sağlanmıştır. Bu etkinlik, özellikle sonuçların yayılması açısından yeni kanallar oluşturmuştur.Denizaşırı inceleme gruplarının sağladığı bilgiler ekonominin her kolunu etkilemiş özellikle endüstriye modern yönetim tekniklerinin girmesini sağlamıştır.

 Bir taraftan yurt dışı çalışmalar sürerken beri taraftan da haberleşmenin tüm kanalları kullanılarak sonuçlar yayılmıştır. Bültenler, gazeteler çıkarılmış, raporlar yayınlanmış; film, radyo ve televizyon  programları ile yaygınlaştırılmıştır. Bu çalışmaların başında önceleri çok akademik olan ve anlaşılamayan VERİMLİLİK sözcüğü, bir yıl gibi çok kısa bir süre sonra herkes tarafından bilinir ve anlaşılır hale gelmiştir. Japon prodüktivite merkezi çok kısa bir zamanda bölgesel örgütlenmeye de giderek tüm Japonya’yı içine alan bir örgüt haline gelmiştir.

 Bu program çerçevesinde, Japon Prodüktivite Merkezi endüstrinin her kesimindeki her yöneticiye seslenebilecek yetenek geliştirme programları ile " İşletme, kişinin ta kendisidir " düşüncesiyle hareket ederek çeşitli seminerler düzenlemiştir.

 Japon Prodüktivite Merkezi kuruluşunun 10.yılında, Yönetim Geliştirme Akademisi kurarak, üst yönetim görevlilerinin yetiştirilmesine katkıda bulunmaya çalışmıştır. Daha sonraları kurulan " Verimlilik İşçi Koleji " de, genç işçilerin eğitimi ile sosyal ve endüstri hayatının bir parçası olarak görüş  kazanmalarını sağlamak üzere özel programlar hazırlamış, hatta mektupla öğretim sistemi dahi geliştirmiştir.

 Okul içi ve okul dışındaki eğitimler bu şekilde sürdürülürken şimdi de işletmelerde uygulanan eğitim programlarına bir göz atalım. 

Japon şirketlerinin sermaye şirketinden çok insan kaynaklı şirketler olduğundan bahsederek, kardan ve üretimden  önce insana öncelik tanındığını daha önceki bölümlerimizde belirtmiştik. Yine çalışmamızın önceki bölümlerinde, Japonların inançlarından söz ederken, onların herşeyin insanlar tarafından ve insanlar için yaratıldığına ve ancak insanlar tarafından geliştirilebileceğine olan inanışlarından söz etmiş, bu nedenle insana ve onun eğitimine verdikleri önemi vurgulamıştık. 

MORITA’ nın şu sözlerini hatırlayalım. " Bir ağacı başka bir yere dikeceğiniz zaman, onu yaşayacağı ortama alıştırmak için köklerini ağır ağır ve özenle toplayarak yeni ortamına hazırlarsınız. Oldukça sabır isteyen bir iş olmasına rağmen NEMAWASHI ( nemavaşi) denilen bu yöntem çok sağlıklı ağaçların yetişmesiyle sizi ödüllendirir." 

Bu sözler, Japonya’da işyeri eğitimlerinin çok güzel bir tanımını yapmaktadır. Gerçekten de, sabırla ve uzun süren eğitimler sonucunda Japonlar hiyerarşi basamaklarını emin adımlarla çıkmaktadır.

 İşe alınmadan önce kişinin görmüş olduğu eğitim o kadar da önemli değildir. Aday beyaz bir kağıt gibidir ve eğitime ihtiyacı vardır, eğitim de şirketle ve şirkette başlar. Değişim yolu ile yapılan, günlük ve iş başındaki uzun süreli eğitimler, çalışanları yönetim kademelerine hazırlamak için en iyi yollardan biri olarak görülmektedir. 

İşe yeni başlayan biri, uzun süreler çeşitli işlerde çalıştıktan sonra, yaklaşık kırk yaşlarına doğru kıdem merdiveninde yerini bulur. Değişim uygulaması ile çeşitli departmanlarda uzmanlaşan kişi bu değişimlerin sonunda, artık şirketteki tüm işlerde uzmanlaşmış bir genel uzmandır. Genellikle bu değişimin her aşaması ortalama üç yıldır.

 İş değişimi teknik becerileri geliştirir ve işçilere değişik organizasyonlarda şirket felsefesinin ve değerlerinin davranışları nasıl yönlendirdiğini öğretir. Bu işçilerin işi ve şirketin diğer fonksiyonlarını daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Departmanlar arasındaki iletişim ve işbirliğini de kolaylaştırır.

 İş yerindeki değişim, yönetici düzeyindekilerin işi genel olarak algılamalarına ve fikirbirliği için gerekli dostluk ağını geliştirmelerine, herhangi bir zamanda yaptıkları işten çok, sahip oldukları becerilere göre değerlendirilen, işinin uzmanı çalışanlar yetiştirmeye yarar. Bireylerin yalnızca şirketin belirli bir birimi ile değil tüm şirketle de ilgilenmesini sağlar. Japon Çalışma Bakanlığı Planlama ve Araştırma Müsteşarlığı’nın 1985 yılında yapmış olduğu bir araştırmada, Japon yönetimlerinin yönetim  becerilerine verdikleri öncelikler şöyle sıralanmıştır:

·      insan kaynaklarının geliştirilmesi % 85.3  

·      Pazarlama ve satış operasyonlarının geliştirilmesi %72

·      Yeni ürün ve servislerin geliştirilmesi %63.8

·      Finansal yapının geliştirilmesi % 59

 Peki öncelik insan kaynaklarına verildiğine göre şirketlerin personel yöneticilerine düşen görev ne ? Aynı araştırma gösteriyor ki personel eğitimi en önemli görev olarak belirlenmiş durumdadır. Diğer önemli görevlerin sıralanışını ise şöyledir. 

·      Personel eğitimi %86                        

·      Beceri ve performans prensiplerinin uygulanması 78.9

·      Küçük grup çalışmalarının teşviki 47.1             

·      Orta yaş grubu işçilerin becerilerinin geliştirilmesi  42.4 

Gerçekten de, şirketlerin eğitim politikaları söz konusu olduğunda ve insan ilişkileri gündeme geldiğinde, personel yöneticilerinin rolü kendini göstermektedir.

 Ouchi, THEORY Z adlı kitabında : Her Japon firmasına yapmış olduğum ziyarette ve en etkili yöneticinin kim olduğunu sorduğumda aldığım yanıt hep aynıydı : " Hepimiz eşitiz, ekip olarak yönetiriz. En etkin kişi ise en eski ve en kıdemli olarak personel yönetiminden sorumludur." Demektedir.

 Gerek okullarda, gerekse okul dışı eğitimlerde, bir taraftan sadakat ve şeref gibi değerler işlenirken, diğer taraftan da çalışma ahlakı ve başarı gibi değerler de işlenmektedir. Dogmalardan uzak ve düşünme yeteneğini kullanabilen insanlar yetiştirmenin batı uygarlığına ulaşabilmenin anahtarı olduğuna inanan japon eğitim bakanlığının 155 no’lu genelgesi ile ilkokullarda ahlak derslerinde işlenmesi istenen konuları takdirlerinize sunuyorum.

  • Yaşamaya saygılı olmak

  • Terbiyeli olmak

  • Çevreyi ve eşyaları dikkatli kullanmak

  • Doğruluğuna inandığı yolda hareket etmek

  • Dürüst olmak, yalan söylememek

  • Doğru olan bir amaç uğruna zorlukları yenmek

  • Doğayı sevmek

  • Düşünerek hareket etmek

  • Sadeliği sevmek

  • Olayları gelişigüzel değil bilimsel düşünmek

  • Hizmet edenlere saygılı olmak

  • Emeğe saygı duymak

  • Herkese eşit ve hakça davranmak

  • Kurallara uymak

  • Ülkesini sevmek ve ilerlemesi için çaba sarfetmek

  • Dünya insanlarına karşı olumlu bir yaklaşım içinde olmak

 Ben bu öğretilerin altına imzamı atarım. Ya siz ?

belgesi-812

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin