Konya

Konya garının peronunda, o zaman henüz albay rütbesindeki Refet Paşa’nın yaveri, beraber bulunduğu bir subay grubundan ayrılarak yanımıza geldi. Burası, Eskişehir’e nazaran, daha gerçek bir Asya Türkiye’si şehri görünümünde.

 

Daha ilk dakikalardan başlayarak aramızda sessiz bir anlaşma oldu. Ben yeni hükûmetin, bazı gerçeklerden rahatsız olanlar için girişilen propagandasının düzenlediği güzel görüntüleri değil, her şeylerini, bağlı oldukları fikir için feda etmeye hazır insanların kabullenmiş oldukları sade ve zor hayatı görecektim. Ben, başka her türlü düşünceyi bir yana bırakmış olan bu insanları mücadelenin büyük heyecanı içinde buldum.

 

Milliyetçiler birkaç haftadan beri Konya’da bulunuyorlar. Konya’da birçok taraftarı olan İstanbul hükûmeti şehri elinde tuttuğunu sanıyor, hâlbuki Refet Paşa Konya’ya geldi ve görünür hiçbir mukavemetle karşılaşmadan şehre hâkim oldu. Bir saat sonra da Hükûmet Konağı’ndan içeri giriyordu.

 

Kendisinin millî hareketin en ilginç simalarından biri olduğuna şüphe yok. Üzerinde bir nefer üniforması olmasına rağmen, tavır ve hareketleri yüksek rütbeli bir komutan olduğunu belli etmeye yetiyor. Astragan kalpağı, kartal gibi keskin ve sert bakışı muhatabını büyülüyor, sesi o kadar tatlı ve yumuşak ki, bu hâl görünüşleriyle bir tezat teşkil ediyordu.

 

Bununla beraber Refet Paşa’nın milliyetçiliğinin, kişiliğinden gelen bambaşka bir anlamı vardı. Arkadaşlarıyla aynı fikir ve düşünceleri paylaşıyordu. Gece gündüz savaşan bu insanlardaki sinir gerginliği onda da vardı. Fakat onun gülümsememesinde başka bir incelik ve alay, aydın kişilere has bir şüphecilik vardı. Fikir ve görüşlerine karşı çıkıldığında, iradesinin gücü derhal görülüyordu. O vakit alnında derin bir çizgi meydana çıkıyor ve tartışmadan, karşısındakini ikna etmiş olarak çıkıncaya kadar bu çizgi kaybolmuyordu.

 

Refet Paşa bu ilk görüşmemizde sorunu açıkça ortaya attı: İzmir. O sıralarda Yunanlılara karşı harekâtı yönetmekteydi.

 

İşgale karşı hakkını aramak, ilk akla gelen şeydi. Ancak söz Adana’ya gelince, konuşması bambaşka bir biçim aldı. Ekim 1919’da Fransa’da, resmî çevreler dışında hiç kimse yakında, Antep, Urfa ve Mardin’deki İngiliz kuvvetlerinin yerini alacağımızı bilmiyordu. Refet Paşa bunu haber almıştı. Bizim yakında Kilikya’da girişeceğimiz harekete karşı şiddetle itiraz etti. ”Bu kelimeyi daima hatırlayın: Adana! Ve ülkenize döndüğünüz zaman vatandaşlarınıza, bizim asla bundan vazgeçmeyeceğimizi ve boyun eğmeyeceğimizi söyleyin. Bu, sizinle aramızdaki ilişkilerin düğüm noktasıdır.”

 

O zaman bu sözler insana anlaşılmaz gibi geliyordu. Kilikya’daki Fransız-Türk savaşının nasıl sonuçlanacağını önceden kim kestirebilirdi? Ama Refet Paşa bunu biliyordu.

 

Büyük bir nezaketle bana, telefonla Mustafa Kemal ile konuşmamı sağlayacağını söyledi. Ama neye yarar? Zaten bu gece burada söylediklerimin hepsinin, kelimesi kelimesine, ona iletileceğini biliyordum. Ben buraya, biraz Paris’in şaşkınlığını ve eleştirisini getirmiştim. Bunlar, giriştikleri hareketin bizlerde yarattığı büyük heyecanı görünce kızmadılar. Her suçlama, her övme onlarda derhal bir tepki yaratıyordu. Bununla beraber, oldukça sert eleştirilere tahammül ediyorlar, her yandan kendilerini bekleyen tehlikeleri çok iyi anlıyorlardı. Sık sık bu tartışmaları yapacağımız anlaşılıyor.

 

Vaha veya serap

 

 

Konya, eski Iconium, Güneydoğu’nun sıradağlarını geçen kervanların ta uzaklardan gördükleri bu kent, onların uzun zaman özledikleri bir vahaydı. Selçukluların çok şirin olan bu merkezlerinin çevresinde daima bir serap oluşur, bugün de öyledir.

 

Şehre hâkim kum tepeciğinden Konya, çevresindeki bahçeler ve minarelerle çok genişlemiş görünür. Seyyah ilerledikçe bunlar da uzaklaşır, bu onların izahı pek güçtür.

 

Konya’yı fetheden komutanın ilk camii yaptırdığı bu tepeden Konya’yı seyredenler, bunun büyük bir şehir olduğunu fark ederler. Gerçekten, Konya’ya böyle yüksekten bakılmalıdır. Ancak bu şekilde, bütünlüğün ahengini, bahçelerinin tatlı yeşil renkli çizgisini yakalamak, ince siluetinin tadına varmak mümkündür. Ovada, şehirden kırk veya elli kilometre uzaktaki bir atlı da, Konya’yı bu şekilde görür. Kentin kapılarına yaklaşmak üzere olduğunu gören süvari, atını mahmuzlar, ama daha oraya varmadan atın dermanı kesilir ve yığılır, kalır.

 

Gözden gittikçe uzaklaşan, insanı kendine çeken, düş kırıklığına uğratan ve öfkelendiren bu şehir, Doğu’da bir saraydır. Doğu’yu Konya’dan daha iyi temsil eden bir şehir yoktur. Uzaktan pek muhteşemdir; saraylar, bahçeler, akarsular, minareler; yakından ise perişanlık, sefalet ve harabeler! Yalnız çok güzel birkaç cami müstesna.

 

Şehirde Selçuklulardan kalma birçok anıt var, hepsi de çok ince işlenmiş. Alâeddin Camii bunların başında geliyor. Sonra büyük tekke. Konya’daki yedi büyük cami, Konya’nın yedi fatihinin hatırasını taşıyor. Her yana dağılmış bu güzelliklerin hemen yanında bataklıklar var; toprak altüst olmuş, çukur dolu yollar bugünün tahribatını gösteriyor.

 

Ağır gelişen bir hareket

 

 

Refet Paşa’nın, milliyetçilerin formülüne göre hareket ederek sessiz sedasız yaptığı işler büyük bir başarı sayılır. Gafil avlanan düşman hiçbir şey yapmamıştır. Görünürde işler yolunda gibi, fakat düşman, saman altından su yürütürcesine çalışıyor. İngilizlerden yüklüce bir para yardımı alan Hürriyet ve İtilâf Partisi çalışmalarını sürdürüyor. Refet Paşa’nın çok iyi bir biçimde yerleştirmiş olduğu kuvvetler büyük bir inatla savaşıyorlar ve durmadan çoğalıyorlar. Birlikler, gökten zembille iner gibi, mütemadiyen taze kuvvetlerle takviye edilmekteydiler. Şehrin büyük meydanı bir gün Mısır’dan ve Hindistan’dan gelen Türk savaş esirleriyle dolmuş, fakat ertesi gün bunlar ortadan kaybolmuşlardı. Bu adamların ne olduğunu, nereye gittiklerini bilen yoktu. Ama, şehirdeki birliklerde bulunan asker sayısına birkaç yüz daha eklenmişti. Bunlar iyi techiz edilmiş, gözleri savaşmak arzusuyla parlayan kararlı kişilerdi.

 

Bugün şehre, öküzlerin çektiği arabaların üzerine oturmuş birçok köylü geldi, birkaç saat sonra da, bunlar jandarma elbisesi giymiş olarak görev başındaydılar.

 

Konya’da gece

 

Doğu’nun güzel bir gecesinin yarı karanlığında, Konya çok muhteşem bir biçimde görünüyor, karanlığın içinden Refet Paşa’nın subayları çıkıyor. Grup, ortasına yabancı gazeteci hanımı alarak ilerliyor, bir şey sormaya hazırlanan jandarmaları elleriyle iterek sokaklardan geçiyorlar. Gece nöbetçileri ellerindeki feneri geçenlerin yüzlerine doğru kaldırıyor ve parola soruyorlar. Subaylar paroları söyledikten ve gereken cevabı aldıktan sonra yollarına devam ediyorlar.

 

Çarşıyı korkunç bir sessizlik sarmış. Yıldızların parıltısı ve dondurucu soğuk, deniz seviyesinden çok yüksekte bulunduğumuzu hatırlatıyor. Gökyüzünün mavisi üzerinde büyük bir caminin silueti görünüyor, çok kuvvetli gün ışığının ortadan sildiği binlerce ayrıntı karanlıklar içinden çıkıveriyor. Bunlar çoğu kez, ya mermeri çok ince işlenmiş bir çeşme veya eski bir kuyu veyahut bronz bir kapı ya da çiçeklerinin keskin kokusu burnunuza vuran bir bahçe. Bir kubbeden etrafa, İran çinilerininkini andıran renkler ve parıltılar saçılıyor ve bunlar her şeye parlaklık veriyor.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2681

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin