Londra Konferansları

Osmanlı ve Balkan oruntaklarının (delegelerinin) ilk buluşmaları

 

Londra’da yan yana iki konferansın toplanacağı, birincisinin Osmanlı ve Balkan oruntaklarını (delegelerini) ve ikincisinin de Grey’in başkanlığı altında beş büyük devletin büyükelçilerini kapsayacağı yukarda görülmüştü. Birincisine toplanılan sarayın adı dolayısıyla Sen Jeyms (Saint James) konferansı ve ikincisine büyükelçiler konferansı veya toplantısı denilmektedir.

 

Sen Jeyms (bundan böyle S.J. diyeceğiz) konferansının ilk toplantısı 16 ilkkânunda (aralıkta) öğleden önce olur.

 

Başta Grey bir söylevde bulunup oruntaklara (delegelere) hoş geldiniz der – Londra’da yansız bir çevre içinde çalışabileceklerini söyler ve uslu ve ilerisini gören bir siyasanın temellerinin kurulması öğüdünü verir.

 

Sıra ile Sırp, Bulgar, Yunan, Osmanlı ve Karadağ Başoruntakları (başdelegeleri) teşekkür edici birkaç söz söylerler, Bulgar Başoruntağı (Başdelegesi) Danef, Grey’in konferansının onursal başkanı olmasını önerir ve Grey de bunu teşekkürle kabul eder (1).

 

17 ilkkânunda (aralıkta) öğleden önce 2.ci S. J. ve sonra 1.nci büyükelçiler konferansı toplanır.

 

S. J. Konferansı’nın işbu toplantısında görülür ki Osmanlı oruntaklarının (delegeleri) yetki kâğıtlarında, bırakışma imzalamamış olan Yunan oruntaklarıyla (delegeleriyle) görüşmek yetkisi yazılı değildir; bu yüzden epey uzun bir aytışma (tartışma) olur.

 

Osmanlı oruntakları (delegeleri) bunun neden böyle olduğunu anlatırlar, işi İstanbul’dan yeniden soracaklarını bildirir ve arada Yunanistan’ı ilgilendirmeyen sorunlar üzerinde konuşulmasını ileri sürerler. Yunansız bırakışma yapmış olan Bulgarlar bir de onlarsız barış görüşmelerine girişselerdi bağlaşma o gün bozulabilirdi. Bunu anlayan ve bu toplantıya başkanlık eden Danef, bütün bağlaşıkların bir birlik olduklarını, dolayısıyla toplantıyı başka bir güne geciktirmenin gerektiğini ve bağlaşıkların isteklerini tek bir düstur olarak bildirecekleri için Yunan oruntaklarının (delegelerinin) bulunamayacakları bir toplantıda bu dilekler üzerinde görüşülemeyeceğini söyler. Osmanlı oruntaklarının (delegelerinin) vakit kazanılması için bu düsturun İstanbul’a bildirilmek üzere kendilerine verilmesi dileğine onaşmaz (yanaşmaz). Bu yüzden toplantı 19.12.1912’de saat 16’da buluşulmak üzere sona erdirilir.

 

Büyükelçiler konferansının Adriyatik ve Arnavutluk işlerini çözülemesi ve adalar işi üzerinde aytışmaları (tartışmaları)

 

Yine işbu 17 İlkkanun’da (aralıkta) yukarıda gördüğümüz gibi büyükelçiler konferansı ilk toplantısını yapmıştı (1).

 

Konuşmaların ve verilen kararların özeti aşağıdadır:

 

Arnavutluk işinde Avusturya, Arnavutluk’un özgür ve yaşayabilecek bir durumda olmasını, yani kendi başına yaşayabilecek kadar büyük olmasını ister. Rusya işbu özgür Arnavutluk’un padişahın egemenliği ve ”yalnız” 6 büyük devletin inanca (güvence) ve murakabesi altında bulunmasını ister. (”Yalnız” ”exlusivement” sözünü İtalya eklettirmiştir.)

 

Padişahın ”egemenliği” mi (souverainete) veya ”hükümranlığı” mı (suzerainete) kabul edileceği işi sonraya bırakılmıştır.

 

Arnavutluk’ta Türk askeri bulunup bulunmayacağı üzerinde konuşulmuş ve iş bir sonuca bağlanmamıştır. Avusturya ve İtalya’dan Arnavutluk’un düzeni üzerindeki genel düşüncelerini (gelecek toplantılarda) bildirmeleri istenilmiş (yani bu iki devletin bu işte başlıca ilgili devletler olduğu kabul edilmiştir).

 

Özgür Arnavutluk’un yansız olması kabul edilmiştir.

 

Arnavutluk’un kuzeyde Karadağ ve güneyde Yunanistan’la sınırdaş olması kabul edilmiştir. (Bu, Sırbistan veya Bulgaristan Adriyatik’e çıkamayacaklar demekti.)

 

Avusturya, Arnavutluk-Karadağ sınırının bugünkü sınır olmasını ve hiçbir Arnavut halkının Arnavutluk’tan ayrılıp Karadağ’a katılmamasını ister; Rus büyükelçisi, bu iş üzerinde görüşemeyeceğini söyler, çünkü bu, Türkiye ile Karadağ arasındaki görüşmelere karışmak olur, der.

 

Sırbistan ve Adriyatik’e çıkış sorunu üzerinde şöyle bir karara varılır: Sırbistan’ın, özgür ve yansız bir Arnavut limanına tecimel (ticari) bir varışı olacaktır; Sırbistan’la bu liman arasında ayrıca bir arsıulusal kuvvetçe korunulan ve Avrupa gözeti (gözetimi) altında bulunan arsıulusal bir demiryolu yapılacaktır. Savaş gereçleri ve her türlü eşya buradan geçebilecektir.

 

Avusturya Şkodra’nın Arnavutluk’ta ve Rusya Karadağ’a kalmasını ileri sürer ve bu yolda bir anlaşmaya varılamaz.

 

Bu toplantı Batı Balkan durumunun alacağı biçimin ana çizgilerini açıkladığı ve bir Avrupa savaşı çıkarma tehlikesini gösteren Adriyatik ve Sırbistan işini çözülediği için onun üzerinde uzunca durduk.

 

Büyükelçilerin ikinci toplantısı 18.12.1912’de olur. Arnavutluk sınırları üzerinde sonuçsuz görüşmelerden sonra adalar işine geçilir.

 

Rus büyükelçisi: Limni (Lemmos), Bozcaada (Tenedos), İmros (İmbros) ve Semendere (Samotras) adalarının Türkiye’den başka bir devletin eline geçmemesini ister ve yerlilerin inancası (güvencesi) için özgür bir yönetimin gerektiğini ekler. (Bundaki ana Rus düşüncesi, umduğu gibi İstanbul ve Boğazları alacağı sırada bu adaları da alabilmek idi. Açığa vurulan düşünce ise bu adalar başka bir devlet eline geçerse Rus tecimi (ticareti) için çok ağır ve kötü olan Boğazlar ablukasının kolaylaşabileceğidir.)

 

Grey, buna karşı olmayacağını, ancak bazı şeyleri sormak istediğini söyler ve der ki:

 

Eğer bu adalılar özgürlüklerinden asılanarak (yararlanarak) ülkelerini Yunanistan’a katarlarsa ne olacaktır?

 

Rus büyükelçisi: İşbu adalarda Türk bayrağını beklemek için biraz Türk askeri bulunur, der.

 

Grey: Bu bayrağa karşı ayaklanmalar olabilir, Rum olan adalılar Türk askerine saldırabilirler. O vakit ne olacaktır? Eğer büyük devletler işe karışırlarsa yeni bir ”Girit sorunu” ortaya çıkmış olur, der.

 

Rus büyükelçisi işi, hükümetinden soracağını söyler.

 

Grey’in önermesi (önerisi) üzerine şu karara varılır:

 

”Ege Denizi adalarının ileride alacakları durum ne olursa olsun bunların büyük devletlerin inancası (güvencesi) altında yansızlaştırılması düşüncesindeyiz.”

 

Fransız büyükelçisi kendine verilmiş olan yönergede, işbu adaların Yunanistan’a katılmasına karşı durum almamanın gerektiği yazılı olduğunu ve bunlar yansızlandırılınca Rusya’nın bunların Türkiye’de kalmasını istemekle güttüğü amacın elde edilmiş olacağını söyler; yani bu yansızlık şartı olduktan sonra işbu adalar Yunan’a da geçseler Rusya için bir şey değişmiş olmaz demek ister. Rus büyükelçisi, böylelikle dışardan yapılacak bir ablukanın önlenilmiş olup olmayacağı üzerinde duruksadığını bildirir.

 

İşin özeti şuna varmaktadır: Rus, İstanbul’u ve genel olarak Boğazlar bölgesini umduğu gibi alabileceği anın gelmesine kadar bu dört adanın Osmanlı’da kalmasını ve ileride Boğazlar bölgesiyle birlikte kendi eline düşmesini istemektedir. Onun bağlaşığı ve dostu olan denizci devletler (Fransa ve İngiltere) ise Rus’un bu isteğine açıktan açığa karşı durum almamakla birlikte, gerekince Boğazı tıkamaya yarayabilecek olan işbu adaların şimdiden Yunan’a geçmesini ve dolayısıyla ileride onların Ruslarca elde edilmesinin daha güç olmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.

 

Avusturya, Selanik limanıyla oraya ulaştıran demiryolunun kendi tecimsel asılarını (ticari çıkarlarını) inancalayacak biçimde (güvenlik içinde) yönetimini ister.

 

Buna karşı kimse bir şey demez.

 

Fransız büyükelçisi: İstanbul’da statükonun korunmasını, dolayısıyla bu kentin Osmanlı’da kalmasını, bunun gibi Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyılarının da Osmanlı’da kalmasını ister.

 

Rus büyükelçisi kendi yönergesinde (önerisinde) bu yolda bir şey bulunmamakla birlikte hükümetinin de böyle düşündüğünü bildiğini söyler.

 

Bu iş üzerinde kimse bu sözlere karşı bir şey söylemez.

 

Sırbistan’ın Adriyatik’e yalnız tecimel (ticari) bir çıkıtı (yararı) olacağı yolundaki büyükelçiler konferansı kararının büyük devletlerce ve Sırbistan’ca kabulünden sonra Avrupa durumundaki gerginlik biraz azalır. Fransa ve İngiltere, Avusturya’nın askerî ölçemlerini (önlemlerini) azaltması yolunda dilekler ileri sürerler ve Avusturya Sırbistan’dan tecimel (ticari) olmayan hiçbir inanca (güvence) istemeyeyceği yolunda adançlarda (anımsatmalarda) bulunur, ancak o sırada bundan daha açık bir şey söylemez (1).

 

3’üncü S. J. Konferansı 19 İlkkanun’da (aralıkta) toplanırsa da Osmanlı oruntaklarının (delegelerinin) istedikleri yeni yönerge (talimat) yolda olduğu için bir görüşme olmaz ve 21 İlkkanun’da (aralıkta) yeniden toplanmaya karar verilir.

 

3’üncü Büyükelçiler Konferansı 20 İlkkanun’da (aralıkta) toplanır; Arnavutluk’ta, Sırbistan’ın Adriyatik’e yalnız tecimel (ticari) bir çıkıtı (yarar) olması ve onu oraya ulaştıracak olan demiryolu üzerinde verilmiş olan anlaşmaların basına bildirilmesine karar verilir.

 

Uysal olması için Rusya’nın Osmanlı üzerinde baskıda bulunması ve öbür büyük devletlerin de ona uysallık öğütleri vermeleri

 

Adriyatik üzerindeki Avusturya dileklerini büyük ölçüde dinizledikten (dindirildikten) ve siyasal havanın ağırlığını az çok giderdikten sonra Rusya, Osmanlı’ya karşı döner ve ona gözdağı vermeye çalışır. O bunu yaparken başlıca iki amaç gütmektedir:

 

a) Savaş bir an önce bitmelidir, çünkü eğer iş çok uzarsa: 1) Balkanlılar yıpranır ve Avusturya ve onun bağlaşıkları kendilerinde yeni yeni asılar (çıkarlar) koparmaya kalkışmak için yürek bulurlar. 2) Yukarıda gördüğümüz gibi Adriyatik’te istedikleri biçimde bir liman elde edemeyen Sırplar, savaştan önce Bulgarlarla yapmış oldukları paylaşma tasarını, Ruslara bildirmiş oldukları gibi bozmaya ve Bulgarlardan yeni yeni yerler istemeye kalkışabilir, eğer Sırplar bu işe Londra’da barışa varılmadan kalkışacak olurlarsa Balkan Bağlaşması bozulur ve savaşla kazanılmış olan bütün asılar (çıkarlar) toptan elden gidebilir; uğraşmak zorunda bırakacağından Sırpları bu yolda yüreklendirebileceği için savaş, yeniden başlamamalıdır.

 

b) Bundan başka savaşın yeniden başlaması Bulgarlara İstanbul’a girmek fırsatını verebilir; bu olursa Rusya hem Bulgaristan’la bozuşmak, hem de anık (hazır) olmadığı o anda İstanbul ve Boğazlar sorununu çözülemek zorunda kalabilirdi.

 

Bu etkenler dolayısıyla Rusya biteviye Babıâli üzerine baskı yapacaktır. 19 ilkkânunda (aralıkta) Rus büyükelçisi dö Girs, Noradungiyan Efendi’yi görüp Rus kamuoyunun, Çar hükümetinin bugüne kadar sürdürebildiği barışçıl durumun (attitude pacifique) bundan böyle sürmesini zor kıldığını; ve eğer Balkanlılara onları hoşlandıracak barış şartları sağlanmayacak olursa işbu barışçıl durumun süremeyeceğini bildirir ve Rus hükümetinin Edirne’nin Bulgar’a bırakılmasının bu şartlardan biri olduğu düşüncesinde bulunduğunu ekler (1).

 

Londra’daki Rus büyükelçisinin orada toplanan birinci büyükelçiler konferansında Osmanlı-Karadağ görüşmelerine karışamayacağını söylemiş olduğunu yukarda gördük; İstanbul’daki büyükelçi ise Edirne işinde Osmanlı-Bulgar oylaşımlarına pek güzel karışabilmektedir.

 

O günlerde öbür büyükelçiler de Babıâli’ye başvurup bir an önce barış yapılması ve Edirne’den vazgeçilmesi öğüdünü verirler. Paris’te Reşit ve Berlin’de Osman Nizami paşaların büyük devletlerce uysal görülmeyen bir dil kullanmaları üzerine İstanbul’daki Fransız ve Alman büyükelçilerine Babıâli’ye uysallık öğüdünde bulunmaları için yönerge verilmişti. Bompar bu işte bir Fransız-Alman işbirliği olduğuna Babıâli’yi inandırmak için Vangenhaym’la anlaşır ve ikisi de ayrı ayrı fakat birbiri ardından 20 ilkkânunda (aralıkta) Noradungiyan Efendi’yi görürler (1). İkisinin de hükümetlerine yazdıklarına bakılırsa Osmanlı Hariciye Nazırı’na eş dil kullanmışlardır; (yalnız Vangenhaym’ın bir Türk-Bulgar-Rumen bağlaşması yolundaki sözleri Bompar söylememiştir). Ancak Bompar çok çetin ve Vangenhaym ise uysal bir biçimde konuşmuştur. Bompar’ın çetin konuşması hem kendi, hem Vangenhaym’ın raporundan hem de Noradungiyan Efendi’nin bu başvurma ve öğütler dolayısıyla Osmanlı elçilerine yolladığı genelgede Rus ve Fransız büyükelçilerinin sözlerini ayıtışından anlaşılmaktadır.

 

Daha ayrıntılı olması dolayısıyla Vangenhaym’ın raporunun özetini alacağız.

 

Vangenhaym der ki: Bundan böyle Türkiye için önemli olan, Balkan işleri dolayısıyla hiçbir devletle karşı bir durumda olmamaktır. Sırbistan ve Karadağ ile Türkiye’nin bir ilgisi kalmayacaktır; Yunan’a karşı da yeter bir donanma olursa Türkiye kendini koruyabilir. Ancak Edirne Türkiye’de kalırsa bu yüzden onunla Bulgaristan arasında biteviye kavga çıkar, Bulgar’la hep iyi anlaşarak yaşamak ise Türkiye için çok önemlidir, çünkü ilerde Bulgaristan onun Avrupa’da tek komşusu olacaktır; düşman bir Bulgaristan Türkiye’yi Avrupa’dan ayırır, dost ve bağlaşık bir Bulgaristan ise onu Avrupa’ya bağlar; üçlü bir Türkiye-Bulgaristan-Romanya bağlaşması ilerde akla sığmaz bir şey değildir, oysaki Türkiye’nin bir büyük devletle bağlaşması hiç olmazsa şimdi olanaksızdır. Dolayısıyla, Türkiye, yalnız Bulgaristan’ın barış için Edirne’yi almayı şart koştuğundan değil, fakat bununla birlikte, eğer Londra’daki Türk oruntakları (delegeleri) bu berkitilmiş (silahlandırılmış) kentin Türkiye’de kalmasının Bulgarla sürekli bir barışa engel olacağını anlarlarsa da Edirne’den vazgeçmekle usalır davranmış olur. Yabancı askeri uzmanlar diyorlar ki: Türk ordusu Çatalca’da en güçlü bir düşmana karşı başarı ile dayanabilir, ancak Edirne’yi kurtarmak için yapılacak bir saldırıdan hemen hemen hiçbir başarı umamaz; dolayısıyla Edirne er geç düşecektir, bu olunca ilerdeki görüşmelerde Türkiye’nin durumu güçsüzleşir. Barış olmazsa Küçük Asya’da da karışıklıklar çıkabilir ve bu da yabancı devletlerin Türkiye’nin iç işlerine karışmasına yol açabilir.

 

Noradungiyan Efendi şu yolda karşılık verir; (bu karşılığı belgede olduğu gibi yazıyoruz):

 

”Noradungiyan bana, ana hatlarını çizdiğim siyasanın kendi görüşlerine tamamen uyduğunu söyledi ve şunları dedi: Fakat meslektaşlarımı (yani öbür nazırları) bu gibi modern fikirler kazanmak hususunda fazla ümidi yok. Nazırlar meclisinde, bu hususta muvaffak olamayacak, çünkü Türk kamuoyu ve hele Türk subaylar heyeti, bir kutsal Türk kenti olan, içinde birkaç eski padişah yatan Edirne’nin muhafazasında ısrar etmektedirler. Maalesef, orduya isteklerini kabul ettirmek için, hükümetin elinde hiçbir kudret yoktur. Kendisi, ilk önce Londra’da Edirne hakkında resmi bir Bulgar deklarasyonu yapılmasını kurcalayacak (”provoquer” edecek), sonra bunu yüksek subaylardan ve yüksek memurlardan teşekkül eden bir toplantıya sunacak; fakat bu toplantının da müstahkem mevkiin feda edilmesi aleyhinde bulunacağından korkuyor.”

 

Bu konuşmayı anlattıktan sonra Vangenhaym Alman Başbakanı Betman-Holveg’e (yazı onadır) kendi düşüncelerini şöyle bildirir:

 

Öbür büyükelçilerin sözlerinden öyle anlıyorum ki bunlar Türkiye’nin bu işte dayanacağını sanıyorlar. Eğer bu böyle olursa Türkiye üzerinde hep birden bir baskı yapmamızı dün dö Girs ileri sürdü. Bence böyle bir şey Türkiye’ye karşı bir haksızlık olursa da hükümetlerin ödevi, inadı yüzünden genel barışı tehdit eden Türkiye’yi değil kendi asılarını (çıkarlarını) düşünmektir. Üçlü Anlaşma büyükelçilerinin davranışlarından anlıyorum ki onlar Slav yenini sağlanmış bir duruma sokmak için elden geleni yapıyorlar. Bompar’la dö Girs’in Türkiye’nin Edirne işinde direnmesi bizi bir Avrupa savaşına götürür yolundaki sözlerinde şişirme vardır, çünkü hiçbir devlet Edirne için silaha sarılmaz; onların Asya’da karışıklıklar çıkacağı yolundaki tehditlerinin de Türkiye ve öbür büyük devletler üzerinde bir baskıda bulunmak düşüncesinden başka bir anlamı yoktur, çünkü bu gibi karışıklıklar ilgili devletlerce kurcalanmadıkça pek çıkmaz (1). Üçlü anlaşmanın siyasasına yön veren nokta savaşın Türkiye’ye uygun bir yola girmesi (en çok denizde) ve bağlaşıkların elde etmiş oldukları bütün başarıların şüpheli bir durum alması korkusudur. Bununla birlikte Türkiye’nin gerçekten dostu olanlar ona ancak elden geldiği kadar çabuk barış yapma öğüdünü verebilirler; çünkü Fransa ve Rusya’nın Balkan devletlerinin yenmesi işini ne kadar büyük bir ihtirasla tuttuklarını göze alırsak bunların Türkiye savaşta başarılar elde edecek olursa Küçük Asya’daki ulusları ayaklandıracaklarına güvenle inanabiliriz (2).

 

Bu belge, o sıradaki genel durumu ve büyük devletlerin durumunu aydınlattığı için uzunca yazılmıştır.

 

Bu belgedeki bazı düşünceler çocukçasınadır; Bulgar’la dost olmak için ahalisinin ancak bir azınlığı Bulgar olan Edirne’yi bırakmak gerektiği yolundaki söz gibi; böyle düşünülünce sıra ile Tekirdağ, Gelibolu, Silivri ve İstanbul’u da Bulgar’a bırakmak gerekebilirdi. Belgenin bu gibi saçma kısımları bir yana bırakılırsa ondan şunlar çıkar:

 

Almanya ve Avusturya Bulgar’ı kendilerine çekmek ve onu berkitmek (güçlendirmek) istiyorlar, ta ki genel Balkan siyasalarında onu kullanabilsinler; Osmanlı hükümetinin Edirne’yi kendi alıkoymak için ve bu şartla düşündüğü Osmanlı-Bulgar-Romanya anlaşma ve dostluğunu, Almanya, Osmanlı’ya Edirne’den vazgeçmenin bir karşılığı gibi sağlamak istemektedir. Almanya, Doğu ve Arap vilayetlerinde karışıklıklar çıkmasından korkmaktadır, çünkü böylelikle iş bir genel paylaşmaya kadar götürülecek olursa kendisi buna anık (hazır) değildir ve dilediği gibi bir pay sağlayabilmek için öbür devletlerden çok büyük güçlükler yenmek ve Doğu Akdeniz’e asker yollamak için ölçüsüz olarak daha büyük yüklere katlanmak zorundadır.

 

Bundan başka Edirne’yi Bulgar’a vermek demek, orasını ve dolaylarını artık herkesçe bir Rus payı sayılmaya başlayan İstanbul ve Boğazlar bölgesinden ayırmak yani Rus payını küçültmek demekti. Bu da Rus’a dost da olsalar birçok devlet için önemli bir kazanç sayılmakta idi.

 

Noradungiyan Efendi’nin sözleri ve konuşma tarzı şaşılacak biçimdedir ve bu gibi yerlerde öz Türklerden başkasını -çünkü öz Türk olmayanların en önemli işlerde onlarla düşünce ve duyguca tam birlik olmaları olanaksızdır- kullanmanın ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir.

 

Avusturya büyükelçisi de Babıâli’ye gelip bu yolda bir başvurmada bulunur, ancak bunu çok hafifçe yapar ve sözü şuraya getirir: Türkiye’nin Edirne ve barış işinde vereceği karar askerî düşüncelere dayanılarak verilecektir. Bununla demek ister ki: Edirne’yi kurtarabileceğinize güveniyorsanız işi uzatın yoksa direnmeyin.

 

Yine işbu 20 ilkkânunda (aralıkta) İngiliz büyükelçisi, Noradungiyan Efendi’yi görür (1). Osmanlı oruntaklarının (delegelerinin) demeçlerinin Londra’da iyi bir etki bırakmadığını söyler ve uysallık öğüdünde bulunur. Hariciye Nazırı ona, Çatalca’daki görüşmelerde, Bulgarların başta Edirne işinde uysal davranır gibi olduklarını ve onu almakta direnmeyecekmiş gibi bir san uyandırdıklarını, şimdi ise durumlarının değişmiş olduğunu söyler. Edirne üzerinde anlaşılamazsa görüşmelerin kesilmesi ve savaşın yeniden başlaması gerektiğini söylemez ve özel bir düşünce olarak işin Londra’daki büyükelçiler konferansında çözülenmesinin gerekeceğini ileri sürer. Bundan Lovter, Osmanlı hükümeti Edirne’yi bırakmak soravını (sorununu) doğrudan doğruya üzerine almak istemezse bunu Avrupa’nın baskısı altında yapmış görünmesi için Noradungiyan Efendi’ce özel olarak düşünülmüş bir kaçamak yolu arandığı anlamını çıkarır.

 

Noradungiyan Efendi’nin Fransız, Alman ve İngiliz büyükelçilerine yaptığı demeçler, bunlar da Edirne işinde Osmanlı hükümetince direnilmeyeceği veyahut da bu işte direnmek için hükümet üyeleri arasında birlik olmadığı inanını doğuracak özdedir: dolayısıyla bunları birkaç yoldan duyacak olan Bulgarlar, ille Edirne’yi isteriz demekte, yüreklendirilmiş oluyorlardı.

 

Bu başvurmalar üzerine Noradungiyan Efendi’nin Osmanlı elçilerine yollamış olduğu genelgede yalnız Rus ve Fransız büyükelçilerinin sözü geçmektedir; bu da gösterir ki öbür büyükelçiler yumuşak bir dil kullandıkları için onların başvurmaları yalnızca bir öğüt sayılmıştır ki doğrusu da odur. Genelgede şunlar denmektedir:

 

Rus ve Fransız büyükelçileri Paris’te Reşit ve Berlin’de Osman Nizami paşaların uysallıktan çok uzak (intransigeant) demeçlerinden sızlandılar, bunun Londra konferansında da uysal olmayan bir durum alınması kaygısını uyandırdığını ve bunun ise görüşmelerin kesilmesi gibi büyük bir tehlike doğurabileceğini söylediler. Karşılık olarak dedim ki bizim bütün durumumuz savaşı sona erdirmek istediğimizi göstermektedir; her türlü resmî görüşmelerden önce yapılmış olan konuşmaların önemini şişirmemelidir; biz de, Edirne’nin Bulgar’a bırakılmasının barışın ayrılamaz bir şartı olduğu yolunda Danef’in demecine önem vermedik. Eğer barış isterlerse bu iş üzerinde direnmemeleri için Bulgarlara öğütler verilmesini ileri sürün. (Bu son kısmı Noradungiyan Efendi, Bompar’a da söylemiş, o, bunu kesin olarak abartmış ve bu onun raporuna geçmiştir).

 

Puankare’nin iki demeci ve Osmanlı Asyası işlerini de kurcalaması

 

21 ilkkânunda (aralıkta) Puankare, Kamutay’da ve Âyan’da demeçte bulunur ve Balkan işlerinin bir tarihçesini yaparak Fransa’nın, kendisine göre biteviye barışçıl olmuş olan siyasasını anlatır ve buna hemen herkesi, Jores gibi gerçekten barışçıl olan sosyalist fırkası (partisi) başkanını bile, inandırır. Bu demeçlerin bazı önemli noktalarının metni veya özeti aşağıdadır (1):

 

Bütün söylediklerine rağmen Puankare’nin yansız olmadığını gösteren bir parça (1):

 

”Bağlaşıkların oruntakları (delegeleri) Balkan birliğinin sağlamlığının kendilerine verdiği gücü pek güzel anlamaktadırlar; onlar, ordularının bu kadar yürek ve dayanıklılık gösterdikleri savaş alanlarında, genç krallıklarının kazanmış oldukları tinsel (ruhsal) etkinin aralarında uygunsuz aytışmalarla (anlaşmazlıklarla) tehlikeye düşmesine yol açmamaya iyice karar vermişlerdir.”

 

Puankare, hatıratında, böylece Balkanlılara bir öğüt vermek ve belki de örtülü bir darılmada bulunmak istediğini söyler.

 

Bundan sonra demecinde Puankare eğer Osmanlı ve Balkanlılar arasında doğrudan doğruya bir anlaşmaya varılamazsa Avrupa’nın işe karışacağını söyler.

 

Türkiye’ye en çok Asya’daki ülkesiyle uğraşıp orayı geliştirmek öğüdünü verir ve şunları söyler:

 

”Uzun aylardan beri İstanbul’daki büyükelçimiz, büyük devletlerle anlaşmış olarak Lübnanlılardan yana bir yeğleme tasarısı ileri sürmektedir, ancak görüşmeler uzayıp gidiyor ve şimdiye kadar bir şey sonuçlanılamadı. Âyan’a ayrıca söylemem gerekmez ki, hele Lübnan ve Suriye’de bizim, geleneksel asılarımız vardır ve onlara saygı göstertmek istiyoruz.

 

”Bu noktada İngiliz hükümetiyle aramızda bir anlaşamamazlık olduğunu sananlar olmuşsa da bu sanın sebepsiz olduğunu söylemekle bahtiyarım.

 

”İngiliz hükümeti bize çok dostçasına bildirdi ki bu bölgelerde hiçbir bakımdan bir işe atılmak için ne bir düşüncesi, ne bir tasarısı, ne de bir siyasal dileği yoktur. Biz de Asya’da Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü sürdürmek kararındayız; ancak oradaki geleneklerimizin hiçbirinden vazgeçmeyeceğiz, orada kazanmış olduğumuz dostlukların hiçbirini tepmeyeceğiz, oradaki asılarımızdan (çıkarlarımızdan) hiçbirine zarar dokundurtmayacağız.”

 

Bu, o zamanın diliyle, Lübnan ve Suriye sorununu, yani Osmanlı Asyası’nın paylaşılması işini, ortaya atmanın bir başlangıcı idi.

 

İngiltere’nin sözünün geçmesi şundan doğmuştu: Mısır’daki İngiliz Komiseri Lord Kiçner, Hicaz, Suriye ve Palestin (Filistin) Araplarıyla çok ilgili bulunmakta ve oraların birçok ileri gelenleriyle görüşmekte veya haberleşmekte idi ve İngiltere’nin oralara herhangi bir biçimde olursa olsun el uzatmak istediği sözü ortada dolaşmakta idi; bunun birkaç örneğini daha önce gördük, birkaçını da daha sonra göreceğiz; bunun üzerine Puankare Grey’e başvurmuş ve Grey, Pol Kambon’a yukarıda sözü geçen biçimde inanca (güvence) vermişti (1).

 

Yine o sıralarda İngiltere ile Almanya arasında bir yakınlaşma belirdiği sözü dolaşmıştı, bu iş üzerinde de Puankare İngiliz hükümetinden inanca (güvence) istemiş ve almıştı ve bunu söylevinde kullanmıştı.

 

S. J. Konferansı’nın 4’üncü toplantısı ve Osmanlı’ya karşı yeni Rus baskısı

 

Puankare’nin bu söylevlerde bulunduğu gün (21.12.1912) S. J. konferansının 4’üncü toplantısı yapılır.

 

İlk olarak Şkodra Komutanı’nın bırakışmayı dinlemeyip savaşa durduğu yolunda Sırp sızlanması üzerinde görüşülür; anlaşılır ki Karadağ hükümeti, Nâzım Paşa’nın bırakışmayı ve şartlarını bildiren şifre telini, içinde başka şeyler de olabilir düşüncesiyle kuşatılmış olan ve telsizi bulunmayan Şkodra Komutanı’na vermemiş. Bu şifre telin Londra’daki Karadağ oruntaklarınca (delegelerince) Çetine’ye yollanılmasına karar verilir (ötesi Karadağ hükümetinin kararına bağlı olacaktır).

 

Asıl barış işine geçilince Osmanlı oruntakları (delegeleri) şunları söyler:

 

Yunanlılarla da barış görüşmelerine girişebiliriz, ancak Çatalca’da bırakışma yapıldığı sırada barışın çabuk olacağını sanmıştık; bu yüzden, kurganlarımıza (mevzilerimize) yiyecek yollama hakkımız önce kararlaştırılmış iken Bulgarların direnmesi üzerine son anda bundan vazgeçtik; şimdi ise Yunan oruntaklarının (delegelerinin) da işe katılmasıyla barış görüşmelerinin uzayacağı anlaşılıyor, dolayısıyla biz de kurganlarımızı (mevzilerimizi) beslemek hakkını isteriz.

 

Bunun üzerine en çok Osmanlı ve Bulgar oruntakları (delegeleri) arasında çetin bir aytışma (tartışma) başlar, Çatalca görüşmelerinin tarihçesi yapılır… Sonda Bulgar oruntakları (delegeleri) ellerindeki yetki kâğıdının yalnız barış görüşmeleri için olduğundan yeniden bırakışma için görüşülecekse buna resmi olarak karışamayacaklarını söylerler.

 

İki kere toplantı kesilir ve her yan oruntakları (delegeleri) kendi aralarında konuşurlar.

 

İkinci kesintiden sonra Osmanlı oruntakları (delegeleri) ana sorunun yani Türk kurganlarına (mevzilerine) yiyecek yollanılmasa da Yunan oruntaklarıyla (delegeleriyle) görüşüp görüşmeme sorununun, hükümetçe çözülenmesini bekleyerek ”ad referandum” (1) şartıyla barış görüşmelerine başlamayı ileri sürerler. Bundan ne anlaşıldığı üzerinde de aytışma (tartışma) olur ve sonda Yunan oruntaklarının (delegelerinin) konferansa kabulü işi üzerinde Osmanlı oruntaklarının (delegelerinin) İstanbul’dan yeni yönerge almaları için 23 İlkkanun’da (aralıkta) toplanılmak üzere dağılınır.

 

Rusya’nın neden bir an önce barış istediğini yukarıda gördük. Londra’da Osmanlı oruntaklarının (delegelerinin) aldıkları durum ise Osmanlı hükümetinin çabuk barış isteyen bir yenilmiş gibi düşünüp davranmadığını, bunun tersine olarak işi uzatmakla Rusya’nın korktuğu olayların gelişmesini beklediği duygusunu uyandırabilirdi. Bunu ve bu gibi gecikmelerden doğacak tehlikeleri önlemek ve belki de Adriyatik işinde Avusturya karşısında gerilemiş göründükten sonra Edirne işinde bir başarı elde etmiş görünmek için 23 İlkkanunda (aralıkta) İstanbul’daki Rus Büyükelçisi dö Girs, Noradungiyan Efendi’yi görüp (1): Türkiye’nin Edirne’den vazgeçmek istememesi yüzünden yeniden savaş başlarsa Rusya’nın yansız kalamayacağını (2) söyler. Bunu Turhan Paşa’ya bildirirken Noradungiyan Efendi, bu gibi sözlerin Balkanlı bağlaşıkları uysal olmamaya yüreklendireceğini yazmakta ve bu iş için Sazonof’u görmesini istemektedir.

 

Bu Rus başvurması Fransa’da Türkiye’dekinden daha büyük bir yankı uyandırır ve Puankare bağlaşık Rusya’nın kendisiyle danışmadan sonu bir genel savaşa varabilecek olan bir başvurmada bulunmuş olmasına kızar ve bu yüzden İsvolski’ye sızlanır; o da dö Girs’e yollanılmış olan yönergenin (kendisine de bu telin eşi gelmişti) Bompar’ın anladığı gibi olmadığını söyler ve işi şöyle düzeltir: Rus hükümeti dö Girs’ten Türkiye’nin şu yöne bakışını çekmesini istedi: Eğer Türkiye Şkodra, Edirne ve Yanya işleri (kurganlara yiyecek yollanılması işi olacak, çünkü S. J. konferansının 21.12.1912 tarihli toplantısı bu yüzden sonuçsuz kalmıştı) ve sınırın Edirne’nin güneyinden geçmesi işi üzerinde uysal olmamakta direnirse savaşın yeniden başlamasından sakınılamaz ve iş buraya varırsa bizim yansızlığımız inancalanılamayabilir (peut ne pas étre assurée) çünkü savaş yine başlarsa Küçük Asya’da ve Rusya’ya bitişik yerlerde karmaşalar olabilir; bu da Rusya’yı çetin ölçemler (önlemler) almak zorunda bırakabilir (bundan sonra Rus kamuoyu ileri sürülmektedir).

 

İsvolski ”yansızlığımız inancalanılamayabilir” sözünü yansızlığımız Kürt ve başkalarının akınlarıyla bozulabilir” biçiminde anlatır ve yorar.

 

Buna karşı Puankare der ki: Bu anlamı daraltıcı yorma ile de yapılan başvurma bize önceden haber vermeden ve bizimle anlaşılmış olmadan yapılamayacak kadar önemlidir (1).

 

Kaynak: BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999
belgesi-2771

Gelen Popüler Aramalar:

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin