Mantik ve Diyalektik

Insanlarin, uzun bir toplumsal evrim surecinin urunu olan mantiksal dusunme yetenekleri, bicimsel mantigin icadindan, binlerce degil, milyonlarca yil once gelir. Locke bu dusunceyi daha 17. yuzyilda dile getirmisti: “Tanri insanlari gucbelâ iki bacakli yaratiklar olarak yaratip, sonra da onlari akilci hale getirmeyi Aristoteles’e birakacak denli acimasiz davranmistir insanlara.” Locke’a gore mantigin berisinde, “fikirlerdeki tutarliligi ya da tutarsizligi algilama naif yetisi” yatmaktadir.

Mantik kategorileri gokten zembille inmez. Bu bicimler insanligin sosyo-tarihsel gelisim sureci icinde sekillenmislerdir. Gercekligin, insanlarin zihinlerine yansimis temel genellemeleri olan bu kategoriler, her nesnenin onu digerlerinden ayiran belli nitelikleri oldugu; her seyin diger seylerle belirli iliskiler icinde varoldugu; nesnelerin, birtakim ozgul nitelikleri paylastiklari buyuk siniflamalar olusturduklari; kimi olgularin digerlerine sebebiyet verdikleri vb. gerceginden dogarlar.

Trocki’nin dikkat cektigi gibi, bir dereceye kadar hayvanlar bile muhakeme etme ve verili bir durumdan bazi sonuclar cikarma yetenegine sahiptirler. Yuksek memelilerde ve ozellikle bonobo sempanzeleri uzerine yapilan son arastirmalarin da carpici bicimde gosterdigi gibi insansi maymunlarda bu yetenek hayli gelismistir. Ancak, muhakeme yetenegi insan turunun bir tekeli olmayabilirse de, akilci dusunme yeteneginin, en azindan evrendeki kucuk kosemizde simdiye kadarki en yuksek noktasina insan zekâsinin gelisiminde ulastigina suphe yoktur.

Soyutlama mutlak surette gereklidir. O olmadan dusunce genel olarak imkânsizdir. Soru sudur: ne tur soyutlama? Gerceklikten soyutladigimda, verili bir olgunun bazi yonleri uzerine yogunlasirim ve digerlerini hesaba katmam. Iyi bir haritaci, ornegin, her evin ve kaldirim tasinin, park etmis her arabanin her ayrintisini kopyalayan birisi degildir. Bu kadar ayrinti, haritanin gercek amacini, yani bir sehrin ya da baska bir cografi bolgenin guvenilir bir semasini sunma amacini ortadan kaldirir. Benzer bicimde beyin, ilk anlardan itibaren bazi sesleri gozardi etmeyi ve digerlerine yogunlasmayi ogrenir. Bunu yapamiyor olsaydik, her yonden kulaklarimiza ulasan bilginin miktari zihnimize butunuyle hakim olurdu. Dilin kendisi yuksek bir soyutlama duzeyini onvarsayar.

Anlamak ve ifade etmek istedigimiz gercekligi yeterince yansitan dogru soyutlamalar yapma yetenegi, bilimsel dusuncenin temel on sartidir. Bicimsel mantigin soyutlamalari, gercek dunyayi ancak cok dar sinirlamalar icinde ifade etmek icin yeterlidir. Bu soyutlamalar tek yanli ve statiktirler, ve ozellikle hareket, degisim ve celiski gibi karmasik sureclerle ugrasirken umutsuz derecede yetersizdirler. Bir nesnenin somutlugu, altta yatan kendi yasalarinca belirlenen kendi vechelerinin ve karsilikli ic iliskilerinin toplamindan olusur. Bilimin gorevi bu yasalari aciga cikarmak ve bu somut gerceklige mumkun oldugunca cok yaklasmaktir. Bilmenin butun amaci, nesnel dunyayi, onun altinda yatan yasallik ve zorunlu iliskileri mumkun oldugunca sadik bicimde yansitmaktir. Hegel’in dedigi gibi, “hakikat her zaman somuttur.”

Ama burada bir celiski vardir. Ilk once soyutlamaya basvurmaksizin, doganin somut dunyasinin kavranilisina ulasmak imkânsizdir. Soyut kelimesi Latince “den almak”tan gelir. Bir soyutlama sureciyle, soz konusu olan nesneden, onemli oldugunu dusundugumuz bazi yonleri alir, digerlerini bir kenara birakiriz. Soyut bilgi zorunlu olarak tek yanlidir, cunku soz konusu olgunun yalnizca belirli bir yanini, butunun ozgul dogasini belirleyen seyden soyutlanmis yanini ifade eder. Ornegin, matematik, ozellikle nicel iliskilerle ugrasir. Nicelik doganin son derece onemli bir yonu oldugu icin, matematigin soyutlamalari onun sirlarina sondaj yapmak icin bize guclu bir alet saglamistir. Bu nedenle bu soyutlamalarin gercek dogasi ve sinirlarini unutma egilimi vardir. Oysa bunlar da tum soyutlamalar gibi tek yanlidirlar. Bunu kendimizi riske atma pahasina unuturuz.

Doga niceligi bildigi kadar niteligi de bilir. Eger dogadaki en temel sureclerden birisini anlamak istiyorsak, ikisi arasindaki kesin iliskiyi belirlemek ve kritik bir noktada nasil birinin digerine donustugunu gostermek mutlak surette zorunludur. Bu, salt bicimsel dusunceye karsit olarak, diyalektik dusuncenin en temel kavramlarindan ve bilime en onemli katkilarindan biridir. Bu yontemle saglanan ve uzun bir sure “mistisizm” olarak kinanmis olan derin kavrayislar, ancak simdi anlasilmaya ve takdir edilmeye baslanmistir. Bicimsel mantikta disa vuran tek yanli soyut dusunce, diyalektigi aforoz ederek bilime cok buyuk bir zarar vermistir. Ama bilimin fiili sonuclari, son tahlilde diyalektik dusuncenin, doganin gercek sureclerine bicimsel mantigin dogrusal soyutlamalarindan cok daha yakin oldugunu gostermektedir.

Nesnenin, soyutlanmis parcalar olarak degil, butunsel bir sistem olarak; bir koleksiyoncunun tahtasina yapistirilan kelebek gibi baglamindan koparilip alinarak degil, tum zorunlu ic bagintilariyla; cansiz ve statik bir sey olarak degil, canliligi ve hareketliligi icinde, somut bir kavranisini elde etmek gereklidir. Bu tur bir yaklasim, bir tur zihinsel olum sertligini [rigor mortis] temsil eden dogmatik dusuncenin en mutlak ifadesi olan bicimsel mantigin sozde “yasalariyla” acik bir uyusmazlik icindedir. Fakat doga yasamakta, nefes almakta ve bicimsel dusuncenin kucaklamalarina inatla direnmektedir. “A”, “A”ya esit degildir. Atomalti parcaciklar vardir ve yoktur. Lineer surecler kaos icinde sona erer. Butun, parcalarinin toplamindan buyuktur. Nicelik nitelige donusur. Evrimin kendisi tedrici degil, ani sicramalar ve felâketlerle kesintiye ugrayan bir surectir. Ne yapabiliriz? Gercekler inatcidir.

Soyutlama olmadan nesnenin “derinine” nufuz etmek, onun ozsel dogasini ve hareket yasalarini anlamak imkânsizdir. Zihinsel soyutlama faaliyeti araciligiyla, duyularimizla (duyu-algi) saglanan dogrudan bilginin otesine gecebiliriz ve daha derine inebiliriz. Nesneyi onu olusturan parcalara ayirabilir, bunlari soyutlayabilir ve ayrintili olarak inceleyebiliriz. Nesnenin, idealize edilmis, ikincil ozelliklerinden siyrilmis “saf” bir bicim olarak genel bir tasavvuruna varabiliriz. Bu, bilme surecinin mutlak surette zorunlu bir asamasi olan soyutlamanin isidir.

Lenin soyle yaziyor:

Somuttan soyuta ilerleyen dusunce –dogru olmasi sartiyla (ve Kant da diger tum filozoflar gibi dogru dusunceden bahseder)– hakikatten uzaklasmaz, bilakis ona yaklasir. Maddenin soyutlanmasi, bir doga yasasinin soyutlanmasi, degerin soyutlanmasi, vb. kisaca tum bilimsel (dogru, ciddi, sacmalamayan) soyutlamalar dogayi cok daha derin, dogru ve tam olarak yansitirlar. Canli algidan soyut dusunceye ve buradan pratige: hakikati bilmeye, nesnel gercekligi bilmeye giden diyalektik yol iste budur.

Insan dusuncesinin temel ozelliklerinden birisi, onun sadece kendisini olanla sinirlamamasi, ayni zamanda olmasi gerekene de el atmasidir. Bizler, icinde yasadigimiz dunya hakkinda her turden mantiki varsayimlari surekli olarak yapmaktayiz. Bu mantik kitaplarindan ogrenilmez, uzun bir evrim surecinin urunudur. Ayrintili deneyler, bu mantigin temellerinin bebek tarafindan cok kucuk yasta deney yoluyla edinildigini gostermistir. Bir sey dogru ise, dogrudan kanitimizin olmadigi baska bir seyin de dogru olmasi gerektigini muhakeme ederiz. Bu mantiki dusunce surecleri, uyanik oldugumuz tum saatler boyunca, biz farkinda bile olmadan, milyonlarca kere gerceklesir. Bunlar aliskanlik derecesine yukselirler ve yasamdaki en basit davranislar bile bunlar olmadan mumkun olmaz.

Dusuncenin temel kurallari insanlarin cogu icin dogru kabul edilir. Bunlar hayatin tanidik bir parcasidirlar ve “hem pasta yiyeyim hem de bitmesin diyemezsin” gibi bircok atasozune yansimistirlar: her cocugun ogrenmesi gereken en onemli derslerden biri! Belirli bir noktada bu kurallar yaziya gecirilir ve sistematize edilirler. Bicimsel mantigin kokeni budur ve baska pek cok seyde oldugu gibi bunun onuru da Aristoteles’e aittir. Bu son derece degerliydi, cunku mantigin temel kurallari bilinmeksizin dusuncenin tutarsizliga dusme riski vardir. Siyahi beyazdan ayirmak ve dogru bir onerme ile yanlis bir onerme arasindaki farki bilmek gerekir. Bu bakimdan bicimsel mantigin degeri tartisma konusu degildir. Sorun, oldukca sinirli bir deney ve gozlem yelpazesinden turetilen bicimsel mantik kategorilerinin, gercekte ancak bu sinirlar dahilinde gecerli olmasidir. Aslinda bunlar gundelik olgularin buyuk bir bolumunu kapsar, ama hareket, turbulans, celiski ve nicelikten nitelige donusum iceren daha karmasik surecleri ele almak icin oldukca yetersizdirler.

Making Sense adli antolojide yer alan ve cocugun dunyayi kurgulamasini konu edinen The Origins of Inference [Cikarimin Kokenleri] baslikli ilginc makalede, Margaret Donaldson, siradan mantigin problemlerinden birisine, onun statik karakterine dikkat cekiyor:

Sozel muhakemenin genellikle “durumlar”la, bir zaman kesitinde statik olarak gorulen dunyayla ilgili oldugu gorulmektedir. Boyle dusunuldugunde evren hicbir bagdasmazlik icermiyor gorunur: seyler olduklari gibidir. Oradaki nesne bir agactir; su fincan mavidir; su adam su adamdan daha uzundur. Elbette bu durumlar, diger sonsuz sayida durumu oncelemektedir, ama bunun farkina nasil variyoruz? Bagdasmazlik fikri zihinlerimizde nasil ortaya cikiyor? Besbelli ki, olduklari-halleriyle-seylerden edindigimiz dogrudan izlenimlerden degil.

Ayni kitap, gecerli bir husus olarak, bilme surecinin pasif degil aktif bir surec oldugunu hatirlatiyor:

Kollarimizi kavusturup, dunyanin kendi “gercekligini” bizim aklimiza sokmasini pasif bicimde bekleyerek oturmayiz. Aksine, simdi yaygin bicimde kabul edildigi gibi, en temel bilgilerimizin cogunu eylem yoluyla ediniriz.

Insan dusuncesi esas olarak somuttur. Zihin soyut kavramlari kolay kolay hazmetmez. Dogrudan dogruya gozlerimizin onunde olan seylerle ya da en azindan somut bir bicimde gosterilebilen seylerle kendimizi daha rahat hissederiz. Zihin, imgelerin sekillerinde adeta bir koltuk degnegi arar. Bu konuda Margaret Donaldson suna dikkat cekmektedir: “okul oncesi cocuklar bile duyduklari oykulerdeki olaylar hakkinda sik sik muhakeme yapabilirler. Ancak insan duyusunun sinirlarinin otesine gectigimizde dramatik bir farklilik belirir. Artik anlamli olaylarin destekleyici baglantisi icinde islemeyecek bicimde bu sinirlarin otesine gecen dusunce, cogunlukla «bicimsel» ya da «soyut» olarak adlandirilir.”

Bu bakimdan baslangic sureci somuttan soyuta dogru ilerler. Nesne, parcalarinin ayrintili bilgisini elde etmek amaciyla ayristirilir, analiz edilir. Ama bunun tehlikeleri vardir. Parcalar, butunle olan iliskileri disinda dogru olarak anlasilamazlar. Nesneye butunsel bir sistem olarak geri donmek ve onu bir butun olarak kosullandiran altta yatan dinamikleri kavramak gerekir. Boylece bilme sureci soyuttan tekrar somuta ilerler. Analizi sentezle, tumevarimi tumdengelimle birlestiren diyalektik yontemin ozu budur.

Idealizmin tum dalaveresi, soyutlamanin dogasina iliskin yanlis bir kavrayistan turetilir. Lenin, idealizm olasiliginin her soyutlamada ickin olduguna dikkat cekmistir. Bir seyin soyut kavrami, yapay bicimde bizzat o seyin karsisina konulur. Sadece onun kendi basina bir varliga sahip oldugu sanilmakla kalmaz, kaba maddi gerceklige ustun oldugu da soylenir. Somut olan sey, kusursuz, mutlak ve saf olan Idea’ya karsit olarak, bir sekilde ozurlu, kusurlu ve safligi bozulmus olarak resmedilir. Boylece gerceklik basasagi durur.

Soyutlamalarla dusunme yetenegi insan zekâsinin dev bir kazanimini ifade eder. Sadece “saf” bilim degil, muhendislik de, bizi somut ornegin dolaysiz, sonlu gercekliginin uzerine cikaran ve dusunceye evrensel bir karakter veren soyut dusunce olmaksizin imkânsizdir. Soyut dusuncenin ve teorinin dusuncesizce reddi, darkafali, filisten bir mantaliteyi gosterir, ki bu reddiye kendisinin “pratik” oldugunu dusunur, ama gercekte iktidarsizdir. Nihayetinde teorideki buyuk ilerlemeler pratikte de buyuk ilerlemelere yol acar. Yine de tum fikirler su ya da bu bicimde fiziki dunyadan cikarilirlar ve sonunda geri donup ona uygulanmalari gerekir. Herhangi bir teorinin gecerliligi, er ya da gec pratikte gosterilmek zorundadir.

Son yillarda mekanik indirgemecilige karsi, bunun karsisina bilime yonelik holistik bir yaklasim ihtiyacini koyan saglikli bir tepki olustu. Holistik kavrami, mistik cagrisimlari nedeniyle talihsiz bir kavramdir. Ne var ki, seyleri kendi hareketleri ve baglantilari icinde gorme cabasi icinde olan kaos teorisi, suphesiz diyalektige yaklasmaktadir. Bicimsel mantikla diyalektik arasindaki gercek iliski, seyleri ayri ayri ele alan ve onlara ayri ayri bakan dusunme turuyle, ayni zamanda bunlari tekrar bir araya getirme ve islemesini saglama yeteneginde olan dusunce arasindaki iliskidir. Dusunce sayet gerceklige denk dusecekse, onu tum celiskileriyle canli bir butun olarak kavramaya muktedir olmak zorundadir.

 

Kaynak: aktaran: A. A. Luce, Logic (Mantik), LCW, cilt 38, s .171. [bkz. Felsefe Defterleri, M. Donaldson, Making Sense (Anlamak), M. Donaldson, Children’s Minds, Trotsky, Writings, 1939-40, A. A. Luce, Logic,
belgesi-389

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin