Siyasal Olaylar

Bu vuruşmalar olurken ve ta Lüleburgaz vuruşmasının başlarına kadar arsıulusal (uluslararası) siyasal durumu gözden geçirelim:

Bu devrede büyük devletlerin duruksadıkları görülür, bunlar Türk yenilgisinin kesin olup olmadığını daha kestiremedikleri için savaştan önceki durumlarında pek göze çarpan değişiklikler yapmazlar, ve savaştan sonra kim kazanırsa kazansın toprakça büyümeyeceği yolunda verilmiş olan karara bağlı görüne dururlar. Başlıca ilgili devletlerin genel olarak davranışlarını gözden geçirelim:

Balkan Savaşı daha başlamadan önce ve savaşın ilk günlerinde Rus basını çetin olarak İngiltere’ye karşıdır ve onun Türkiye’ye eyginliğinden (yönelişinden) sızlanmaktadır; savaş başlamadan 15 gün kadar önce Petersburg’daki İngiliz Büyükelçisi’ni görmeye gelen Novoya Vrema gazetesinin dış siyasa başyazarı Profesör Pilenko, gazetesinin, biteviye, 1907’de yapılan Rus-İngiliz anlaşmasından yana olmuşsa, bunu, Balkan gerginliği olunca İngiltere’nin yardımını umduğu için yaptığını ve eğer bu işte İngiltere Rusya’yı tutmazsa İngiliz-Rus anlaşmasının günlerinin sayılı olduğunu söyler. Bunları ve bu durumu hükümetine bildirirken büyükelçi (1) genel olarak Rus basınına pek önem vermediğini, ancak Slavcılık işinde kamuoyunun onunla birlik olduğunu ve eğer bu Balkan işleri için toplanacak konferansta Rusya’ya tam candan yardım edilmezse İngiliz-Rus anlaşmasına önemli bir balta vurulmuş olacağını yazmaktadır.

Buna 22.10.1912’de karşılık veren Nikolson (2): Rusya ile aramızdaki iyi anlaşmada bir gedik açılması gerçekten çok büyük bir yıkım olur. Bunun onlarca (Ruslarca) bilinmesi gerekmezse de kendi kendimden saklayamam ki bu anlaşma (Rus-İngiliz anlaşması) onlardan çok bizim için can alacak asıları (faydaları) kapsamaktadır (of more vital interest).

Dolayısıyla İngiltere, Balkan Savaşı ve onu bitirmek için yapılan konuşmalarda, bir yandan ”İttihat ve Terakki” tekrar erke (iktidara) gelmesin diye Gazi Muhtar ve Kâmil Paşa hükümetlerinin işlerini kolaylaştırmak, öbür yandan da Türklere dost görünerek sömürgeleri halkının gönlünü az çok hoş tutmak isteyecekse de Almanya’ya karşı en büyük iki kozundan biri olan Rusya’yı kırmak ve elden kaçırmak tehlikesine düşmemek için Balkanlılardan yana olmak zorunda kalacak ve Osmanlı’ya karşı, İstanbul’da bir aralık umulduğu gibi, yardımcı bir siyasa gütmeyecektir.

Bunun bir örneğine savaşın ta başında rastlarız. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sör Gerald Lovter 21.10.1912’de hükümetine yolladığı bir telde (3) Şûrayı Devlet Reisi Kâmil Paşa’nın kendisine haber yollayıp, savaş başlamışsa da, ilk fırsatta, mesela önemli bir çarpışmadan sonra, İngiltere’nin aracılık etmesi düşüncesini ileri sürdüğünü bildirir. Bu kâğıdın altına Londra’da Dışişleri Bakanlığı’nda bulunan Maksvel adında bir başkâtibin: İstediğini daha açık bildirmesini Kâmil Paşa’dan sormalıyız diye yazması üzerine daimi müsteşar Nikolson ve Dışişleri Bakanı Grey: “Sakın Kâmil Paşa’dan daha çok ayrıntı vermesini istemeyelim, en ileri yapabileceğimiz şey, uygun bir fırsat çıkacak olursa dileğini aklımızda tutacağımızı kendisine özel olarak bildirmesini Sör  G. Lovter’e yazmak olabilir” diye yazarlar, yani Kâmil Paşa’ya karşı bir şey üstlenmek istemezler, ve Lovter’e bu yolda bir tel gönderilir.

Bundan böyle İngiliz siyasasında Osmanlı’ya karşı çekingenlik ve Balkanlılara karşı da, hele onların yeninden (zaferinden) sonra, eyginlik gitgide daha çok göze çarpacaktır.

Hem bu siyasanın bir gelişmesi olarak, hem ilk fırsatta savaşı durdurmak için elde bir önerge bulundurmak, hem de Rusya’nın gönlünü hoş tutmak, belki de gerekirse Kâmil Paşa’nın dileğine bir karşılık verebilecek duruma girmek için Grey, Petersburg Büyükelçisi Bukanan’a 23.10.1912’de yolladığı bir özel telde özet olarak şunları der (1):

 

Kararım şudur ki, bu savaşın sonucunda, Makedonya’da, Abdülhamit ve ondan sonra gelen komite (İttihat ve Terakki)’nin yönetimi sırasında olan bitenlerin yenilenmesinin önüne geçebilecek bir durum ortaya koymalıdır. Bu işte Rusya bize ve kamuoyumuza güvenebilir. Rus Dışişleri Bakanı, Makedonya için bu yolda bir yeğleme tasarı yaparsa belki bu Avusturya dileklerinden pek başka olmaz ve öbür büyük devletler de bu işe yardımcı olurlarsa aracılık işine girişebilirim.

 

Görüldüğü gibi daha sadece Makedonya yeğlemesi üzerinde konuşulmaktadır ve dolayısıyla toprak statükosunu bozmak sözü daha ortada yoktur; öyle sanılabilir ki bunu yazarken Grey daha Kırkkilise (Kırklareli) bozgununu öğrenmemiştir ve bu başvurması Rusya’nın gönlünü almaya yarayabileceği gibi Kâmil Paşa’nın dileğine de uygun görünebilir.

 

24 ilkteşrinde (ekimde) Bukanan, Sazonof’un teşekkür ettiğini (1) ve bu yolda bir şey anıklayacağını (hazırlayacağını) söylediğini teller.

 

Savaş başladıktan sonra ve Kırkkilise (Kırklareli) ve Komanova bozgunları öğrenilmeden önce Rus ileri gelenlerinin ve hiç olmazsa bunların bir kısmının ne düşündüklerini göstermesi dolayısıyla İsvolski’nin Sazanof’a 23.10.1912’de yolladığı bir mektubun özetini aşağıya koyuyoruz (2):

 

Bu savaşta üç olasılık vardır:

1) Balkanlıların kesin bir yeni (zaferi),

2) Türkiye’nin böyle bir yeni,

3) Savaşın uzaması ve bunun sonucu olarak İstanbul’da veya Türk İmparatorluğu’nun başka yerlerinde Hıristiyanlara karşı kırımlar.

 

Bence bu olasılıkların en az umulabileceği birincisidir, ancak genel barış için en korkunç tehlikeler de ondan çıkabilir; bu olursa Slavların yalnız Müslümanlıkla değil, Germenlikle de uğraşma ve savaşma sorununu hemen ve bütün tarihi genişliğiyle ortaya atılmış olur ve bu böyle olunca hiçbir yarı önlem para etmez ve genel ve kesin bir büyük Avrupa savaşına anıklanmak (hazırlanmak) gerekir (3).

 

Kesin bir Türk yeni (zaferi) genel Avrupa savaşından biraz daha az tehlikeli olursa da bize çok ağır gelir. Burada İsvolski sözü, kendisinin Dışişleri Bakanı bulunduğu sırada Bulgaristan’la yapılan bağlaşma görüşmelerine getirir ve Bulgaristan’ın Türkiye ile yapacağı bir savaşta sadece, Rusya’dan Kafkasya’da seferberlik yapmasını istediğini söyler (1). Bunu hatırlattıktan sonra İsvolski kesin bir Türk yeni (zaferi) Türklere karşı yukarda söylenilen baskıyı kullanmak gerekeceğini ve bunun tehlikesiz olmakla birlikte çok etkili olacağını ve sırf kendisinin özel bir düşüncesi olarak, ”yüksek sesle düşünüyormuş gibi”, bunu Puankare’ye açtığını yazar. Fransız Başbakanı başta bundan ürkmüş, bunun büyük devletlerin hep birlikte davranmaları ve iş görmeleri usulünü bozacağını, Avusturya’yı da böyle bir yola sapmaya kışkırtabileceğini, İngiltere’de Rusya’ya karşı büyük bir kızgınlık doğurup Üçlü Anlaşma’nın bozulmasına yol açabileceğini söylemiş. Buna karşı İsvolski demiş ki: Avusturya’nın asısı (yararı) ve isteği Türk İmparatorluğu’nun güçleşmesi değil yalnızcana Slav devletlerinin güçleşmemesidir; dolayısıyla işbu Slavların yenilmesi üzerine işe karışmak için bahane araması beklenilemez ve öyle sanılabilir ki o, Rusya ile Türkiye arasında, Asya’da çıkabilecek zorluklara pek aldırış etmez. Bu gibi zorluklar bizi Avrupa sınırlarımızdan uzaklara sürükleyebileceği için Almanya bunu ister ve bundan hoşlanır. İngiltere’ye gelince onun asası (yararı) Rusya ile Türkiye arasında bir çekişmeyi önlemek ve arada hakemlik ve barışçılık yapmaktır.

 

İsvolski’ye göre başta bu işten ürken Puankare sonda, ve mektubun yazıldığı günde, bunu uygun bulmaya başlamış hatta buna eyginlik (yatkınlık) göstermiştir.

 

Bundan sonra İsvolski 3. olasılığı ele almakta, bunun büyük devletlerin hep birlikte hakemlik etmeleri için çok uygun olacağını ve dolayısıyla Rusya’nın yalnız başına iş görmesini gerektirmeyeceğini söyledikten sonra Osmanlı ülkesinde İstanbul veya başka yerlerde Hıristiyanlara karşı kıyınçlar (kıyımlar) olursa Boğaziçi’nin bazı yerlerinin Ruslarca ele geçirilmesinin gerekeceğini bildirmekte ve bu yolda daha önce buna benzer durumlarda yapılmış anıklıkları (hazırlıkları) hatırlatarak şimdiden bu işin diplomasi alanında olsun anıklanmasını (hazırlanmasını) ileri sürmektedir.

 

İsvolski haşiye (dipnot) olarak Puankare’nin Türkiye’ye karşı, eğer gerekecek olursa, Rus baskısı kullanılmadan önce büyük devletlerin hep birlikte yapacakları baskıya başvurmanın ve bu yolda sonuna kadar uğraşmanın doğru olacağını söylediğini ekler.

 

Yukarda gördüğümüz siyasal düşünce ve tasarılar Kırkkilise ve Komanova bozgunlarından veya onların öğrenilmesinden önceki arsıulusal (uluslararası) siyasal durumu anlatır.

 

Osmanlı yenilgileri bilindikten sonra, fakat Ergene ovası dolaylarında toplanan ana Türk ordularının ne yapacağı daha belli olmadan önceki arsıulusal (uluslararası) durum şöyledir:

 

Alman siyasal ve askeri çevenlerinde (çevrelerinde) ve basınında sıkıntı vardır ve bunlar Türklerin bu ilk yenilişlerini az çok kendileri için bir onur işi yapmaktadırlar, çünkü Türk ordusunun yetiştirilmesinde payları vardır; asıl sıkıntı Rus egemenliği altında ve Üçlü Anlaşma’ya eklenebilecek yeni bir gücün doğmuş olmasından ve dolayısıyla o ana kadar az çok üstün bir durumda bulunmuş olan Üçlü Bağlaşma’nın Avrupa’daki bu üstünlüğünü Üçlü Anlaşma’ya kaptırmış bulunmasındandır. Avusturya’da kaygı daha büyüktür, çünkü bir yandan öteden beri beslenilegelen Balkanlar’da ve Selanik’e doğru ister toprak ister tutum bakımından olsun büyüme ve yayılma ümitleri suya düşmüş gibidir, öbür yandan da Balkan Slavlarının yeni (zaferi) yüzünden, imparatorluk içindeki Slavların azmasından ve büyük devletlerin bundan böyle Balkanlılara söz dinletememelerinden korkulmaktadır.

 

25.10.1912’de Alman Dışişleri Bakanı Kiderlen-Vahter, Fransız ve İngiliz büyükelçilerine, Türkiye büsbütün ezilecek olursa ne yapmanın gerektiği ve savaşçılar arasında aracılık edilmesi ve prensip olarak Osmanlı toprak bütünlüğü bozulmadan Balkanlıların nasıl dinizlenilebileceği (sakinleşebileceği) sorunları üzerinde açılır. Onun düşüncesi, bu üç devletin, yani Balkan işleriyle Rusya ve Avusturya gibi doğrudan doğruya ilgili olmayan devletlerin, bu iş için önce aralarında konuşmaları ve anlaşınca işi Rusya ve Avusturya’ya açmalarıdır.

 

Bu önergeyi Puankare ve Sazonof, Rusya’yı yalnız bırakmak ve onu Balkan işlerine karıştırmamak için bir deneme sanacaklar ve ona karşı durum alacaklardır. Puankare, Petersburg Büyükelçisi’ne çektiği bir telde (2): Bu Alman denemesine karşılık olarak Rusya’nın, aracılık edilmesi için büyük devletlere önermede bulunmamızı bizden istemeli der, eğer o bunu açıktan açığa yapmak istemezse bunu Fransa’nın, kendiliğinden düşünmüş imiş gibi yapabileceğini ileri sürer ve Alman Dışişleri Bakanı’nın: Prensip olarak Osmanlı toprak bütünlüğü bozulmadan Balkanlıların nasıl dinizlenilebileceği (sakinleşeceği) yolundaki sözünden asılanılması (1) (yararlanılması) düşüncesini ortaya atar.

 

Grey ise Kiderlen’in düşündüğünün tersine olarak asıl ilgili devlet (Rusya ve Avusturya) dışında böyle bir işe girişmenin doğru olmayacağı ve bu yolda Rusya’dan gelecek tasarı beklemenin gerekeceği düşüncesindedr (2).

 

Rusya bu yoldaki tasarısını 26.10.1912’de Fransız hükümetine bildirir (3), üç noktada toplanır:

 

1) İstanbul ve civarında padişahın egemenliğinin olduğu gibi ve gerçekten kalması,

 

2) Rumeli’nin öbür vilayetlerinde padişahın sözde egemenliğinin kalması ve orada büyük devletlerin murakabe ve inancası altında yeğleme yapılması,

 

3) Savaşçılardan hiçbirinin toprak kazanmaması.

 

Görülüyor ki Kırkkilise (Kırklareli) ve Komanova’dan sonra Rusya’nın istediği Balkanlıların savaştan önceki notalarıyla istediklerinin daha geniş bir alanda yürütülmesidir, ancak yeğleme işlerine onları pek karıştırmamakta ve bu işin büyük devletlerin elinde kalmasını istemektedir. Toprak statükosunu bozmak sözünü ise daha ağza almamaktadır.

 

28 ilkteşrinde (ekimde) Petresburg’daki Fransız Büyükelçisi G. Lui Puankare’nin aracılık için 26.10.1912’de yapmış olduğu önermeye Sazonof’un karşılığını bildirir. O anda Lüleburgaz vuruşması başlamıştır, Sazonof belki daha bunu ve herhalde bunun nasıl sonuçlanacağını bilmemektedir, ancak olayların genel gelişiminden işlerin Balkanlılar bakımından iyi gideceğini ummaktadır, bu ve aşağıda göreceğimiz başka etkenler Sazonof’un karşılığını aydınlatır. G. Lui telinde özet olarak der ki (1):

 

Sazonof aracılık yapılmasına eyginse de (yatkınsa da) bunun için uygun anın beklenilmesini istemektedir, şimdi buna girişmek doğru olmaz, Almanya bile onun uygun an gelince yapılmasını ileri sürmüştür. Bu, kesin bir vuruşmadan sonra yapılabilir. Edirne’nin düşmesi öyle bir olaydır ki hemen aracılığa girişilmesini gerektirebilir, ancak bunu yapabilmek için daha önce büyük devletler arasında anıklıklar (hazırlıklar) yapılmış olması gerekir. Bundan başka ne istenileceği de bilinmemelidir; bunun için Sazonof Rumeli’de yapılacak yeğlemeler programı üzerinde çalışmaktadır; bunu 1-2 güne kadar size bildirecektir.

 

Bundan sonra büyükelçi çok gizli olarak şunları tellemektedir:

 

Kiderlen’in Balkan devletlerinin dinizlenmesi (sakinleştirilmesi) üzerine söylediklerine gelince Sazonof bu işte saknılı (temkinli) davranılmalıdır dedi; o, çok güvenle sanıyor ki Avusturya toprak statükosundan vazgeçti, işbu hükümetin Belgrad’a bu yolda bir şey söylediğini sanmıyor, ancak öyle görülüyor ki Bulgaristan’ın güvenini kazanmak için Avusturya çok çalışıyor. Sazonof Avusturya’nın asıcıl (faydacı) olmasından ve toprakça büyümeyi düşünmesinden korkmaktadır. Rusya’ya gelince o, ister istemez asıcıl (faydacı) değildir, çünkü ona ne verseler kendisine asıdan (yarardan) çok zarar getirir.

 

İstanbul’a gelince, orada Türklerin kalması Rusya’ya yeter, oraya biri dokunursa 24 saat içinde savaş çıkar; dolayısıyla Sazonof’un anıkladığı (hazırladığı) programda, ki ana çizgileri size (Puankare’ye) bildirilmiştir, İstanbul’un ve çevresinin (rayon) yani Edirne’ye kadar olan yerlerin padişahın tam egemenliği altında kalmasını ileri sürmektedir.

 

Yeni Bulgar elçisinin Sazonof’a söylediğine göre Bulgarlar askerlik ve para bakımından bu işi 80-90 günden çok sürdürebileceklerini sanmıyorlar ve Ruslara biteviye uygun an gelince aracılığa anık (hazırlıklı) olun demektedirler. G. Lui bunun üzerine Sazonof’a der ki: Uygun an gelince bize haber verin ve 24 saat geçmeden biz aracılığa girişiriz. Büyükelçinin düşüncesine göre Bulgaristan hem Avusturya, hem Rusya’dan yüz bulduğuna göre pek çok şey isteyebilecek durumdadır.

 

Bu tel Lüleburgaz vuruşmasının öngününde (öncesinde) Rus ve Fransız düşüncelerini ve az çok da onların, Alman ve Avusturya’nın durumlarını, anlayışlarını aydınlatır. Şöyle ki Trakya’daki ana Türk ordusu daha ayakta dururken ve onun Bulgar ordusuna karşı kazanabileceği bir yenle Kırkkilise (Kırklareli) ve Komanova yenilgilerinin doğurdukları durumunu düzeltebilmesi ve dolayısıyla Türk gücünün Balkanlılar gücünü denkleyedurması ve hatta ona üstün bile gelebilmesi olasılığı varken, Rusya çekingen ve sakıngan davranmak ve savaş başlamadan önce sözleşilmiş olduğu gibi savaşçıların toprak bütünlüğünde değişiklik yapılmaması ilkesine bağlı kalmak ve öyle görünmek isteğindedir. Bu kolay anlaşılır, çünkü daha durum bu biçimde iken, Sazonof’un korktuğu gibi, toprak değişiklikleri yapılması sözünün çıkmasından ancak Avusturya asılanabilirdi (yararlanabilirdi) ve Sazonof’ta, Avusturya’nın Bulgarı kazanmak için onu böyle bir yola kışkırttığı ve Bulgara Osmanlı’dan toprak kazandırarak kendisinin de Sırp’ı istediği biçime sokmak düşüncesinde bulunduğu kaygısı vardır. Bundan başka Sazonof, bu yolda veya buna benzer anlaşmalarla Bulgar’ın İstanbul’a sokulmasından da korkmaktadır.

 

O sıradaki İngiliz durumu Londra’daki Fransız Büyükelçisi Pol Kambon’un Grey’le bir görüşmesini bildiren 28.10.1912 tarihli telinden anlaşılır (1). Özeti aşağıdadır:

 

Grey, Kiderlen’in önermesi üzerine Paris, Berlin ve Londra arasında Doğu işlerine bir çözülme yolu bulmak için oylaşma (oyalama) işinde sizin (Puankare) gibi düşünüyor; o, şimdiki anı aracılık için uygun bulmuyor, o öyle sanıyor ki, eğer doğrudan doğruya ilgili olan Rusya ve Avusturya, Balkanlıların kesin bir yeni (zaferi) karşısında ne yapacaklarını kararlaştırmamışlarsa büyük devletlerin aracılığa kalkışmaları bir Avrupa savaşını önleyemez. Eğer Türkler yenerlerse aracılık kolay olur, Avrupa Türkiyesi’nin bütünlüğü korunur ve büyük devletler oranın yeniden düzenlenmesi işini ele alırlar; eğer Türkler yenilirlerse Balkanlılar ele geçirecekleri yerleri bırakmak istemeyecekler ve Rusya da onları destekleyecektir; o vakit Avusturya ne yapacaktır? Bütün iş oradadır. Yenenlere en çok ne kadar ası (yarar) bırakılabileceği üzerinde anlaşmaları için Petersburg’a söz söylemek Fransa ve İngiltere’ye ve Viyana’ya söz söylemek de Almanya’ya düşer. Böyle bir anlaşmaya varılırsa hiçbir korku kalmaz.

 

Grey’in Balkan işleri üzerinde önce Rusya ve Avusturya’nın anlaşması gerektiği yolundaki düşüncesini ve Fransa’nın yapılacak görüşmeleri Rusya’ya yalnızca bildirmeyi yeter bulmadığı ve her işte onun düşünce ve dileğini öğrenmek gerektiği yolundaki karşılıklarını alınca Kiderlen (1) bunları doğru bulur; Balkanlılardan da onların açgözlülüğünü kabartmamak için dilekleri sorulurken çok saknılı (ihtiyatlı) davranmak gerekeceğini ileri sürer ve bir konferans toplanmasına karşı olmadığını, ancak Balkanlıların konferansın egemeni olmamaları için onun toplanmasından önce büyük devletlerin aralarında anlaşmış olmalarının gerekeceğini söyler. Sonda Kiderlen artık Balkan Hıristiyanları değil hep Balkan Slavları sözünün kullanılmasından sızlanır ve Balkanlar’da Slavlardan başka ulusların da bulunduğunu ve bulunacağını söyler, Avrupa’da ve en çok İngiltere’de Balkanlar ve statüko üzerindeki düşüncelerin değişmesine şaştığını ekler.

 

Sazonof’un Puankare’ye yollayacağını söylediği Rumeli’de yeğleme (iyileştirme) programını İsvolski, 29.10.1912’de Fransız Dışişleri Bakanlığı’na verir ve buna göre aracılıkta bulunmasını diler; ana çizgileri aşağıdadır (2):

 

Rus notasına temel olarak 1880 kanunu alınmıştır (3). Yeğlemenin Rus düşüncelerine göre gerçekleşmesini inancalamak için bunda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunlara göre:

 

Padişahın görünüşte onurunu korumak için valileri yine o atayacak, ancak bu valilerin gerçekten bir etkisi olmayacaktır.

 

Asıl yeğleme sancakların örgütü üzerine kurulacaktır; bunlar belli bir zaman için seçilmiş (4) ve Babıâlice onaylanmış mutasarrıflar ve halkın seçtiği kurullarla yönetilecektir.

 

Padişahın oruntağı (makamı) olması dolayısıyla valinin elinde az sayıda silahlı bir kuvvet bulunacaktır.

 

Bir milis kurulması çok çetin karşınlıklara (muhalefete) uğrayacağı için Rus hükümeti bunu ileri sürmeyecektir; ancak mutasarrıfın buyruğu altında, yabancı öğretmenleri olacak olan bir jandarma kurulmalıdır.

 

Tüzel (hukuksal) işlerin düzenlenmesi, onların Babıâli’ye karşı kesin bir erkinliğe (serbestliğe) dayanmalıdır, yani Babıâli bu işlere karışmamalıdır.

 

Yersel bütçeler için de öyle olmalıdır; bunların imparatorluk bütçesine yardımları, oraya, önceden kestirilmiş bir pay vermeleri biçiminde olmalıdır.

 

Bu yeğlenmeyi Meriç’in ağzından başlayıp işbu su boyunca Edirne’ye ve oradan Karadeniz’e giden bir çizginin batısında yürütmek oldukça güç bir iş olacaktır, zira bu yeğlemeleri (öncelikleri) elde ettiren vuruşmaların başlıcaları bu çizginin doğusunda olmuştur (Kırkkilise -Kırklareli- ve başlamış veya başlamak üzere bulunan Lüleburgaz vuruşmaları); ancak Rus hükümeti öyle sanıyor ki gerek Rusya, gerek Avrupa’nın asısı (yararı) bakımından bu çizginin doğu ve güneyindeki yerleri gerçekten padişahın egemenliği altında bırakmak daha iyi olur.

 

Böylece Lüleburgaz vuruşmasının öngününde (bu nota işbu vuruşmanın ikinci gününde verilmişse de Petersburg’dan bir gün önce yollanmış bir tel üzerine verilmiştir) Rus durumunu ve öbür büyük devletlerin durumunu gözden geçirmiş olduk.

 

Bu vuruşmanın ikinci gününde yani 29 İlkteşrin’de (ekimde) ise daha henüz bir Bulgar başarısı öğrenilmeden Sazonof İsvolski’ye yeni bir yönerge (talimat) gönderir.

 

Buna dayanarak da İsvolski 30 İlkteşrin’de (ekimde) Fransız Dışişleri Bakanlığı’na bir nota verir, burada Rus hükümetinin o andaki iç düşünceleri, korku ve kaygıları, neden statükoyu istediği ve neden istemediği açıkça görülmektedir. Notanın özeti aşağıdadır (1):

 

Olayların çabuk gelişmesi statüko esasının korunmasını gitgide daha güç kılmaktadır.

 

Bulgar başarıları yüzünden bu işteki Avusturya durumu baştan başa değişmişe benziyor. Petersburg’daki Bulgar Elçisi’nin söylediklerine göre Avusturya Bulgaristan’a para ve silahça yardım etmeyi önermiş ve onun toprakça büyümesine karşı gelmeyeceğini açıkça anlatmıştır. Güvenle sanılabilir ki Avusturya’nın gizli düşüncesi Balkan birliğini dağıtmak için Sırbistan’a karşı Bulgaristan’la anlaşmak, Selanik’e doğru olan Avusturya asılarını (çıkarlarını) korumak ve Bulgaristan’ın Rusya’ya yakınlaşmasını sona erdirmektir. Sözün kısası Avusturya Balkanlar’da yalnız kendi etkisini yerleştirmek için bugünkü durumu kendi işine gelen bir kalıba sokmak istemektedir.

 

Buna göre isteriz ki Fransa’nın aracılık girişiti (girişimi) şunlara dayansın:

 

1) Savaşçılar arasında yapılacak aracılığın temeli, büyük devletlerin hiçbir özel ası (çıkar) aramayacaklarını ve her türlü ödünden vazgeçtiklerini açıklayan, demeçleri olmalıdır.

 

2) Edirne çizgisine kadar bütün Rumeli’de -gerekirse genişletilebilmek üzere- önce bildirilen temellere göre köksel yeğleme (köklü öncelik) yapılmalıdır.

 

Bundan başka şurası gözde tutulmalıdır ki, eğer statükonun değiştirilmesi temeli kabul edilir ve başka bir büyük devlet Balkanlıların toprakça büyümesine eyginlik (rıza) gösterecek olursa, Rusya, ruhi sebepler dolayısıyla buna karşınlık (muhalefet) gösteremez. Ancak bu büyüme işinde Bulgaristan’la Sırbistan arasında, onlarca önceden yapılmış olan anlaşmaya uygun olarak bir denklik gözetilmesi gerekir. Rus hükümetine göre statükoda değişiklik yapmaktaki büyük tehlike, Avusturya’nın ve başka devletlerin ödün (taviz) istemelerinin önüne geçebilmekteki güçlüktür. Buna göre büyük devletlerin özel ası (çıkar) aramamaları ve Balkanlılara verilecek ödünlerde denklik olması Rusya’ca çok önemli sayılmaktadır.

 

Burada açığa vurulan Rus kaygısının ne gibi düşüncelerden doğduğunu göstermesi dolayısıyla, üzerinde tarihi bulunmayan ancak 25 ile 30 İlkteşrin (ekim) arasında Viyana’da dış bakanlıkta yapılan bir toplantıda -ki Balkan Savaşı dolayısıyla ortaya çıkan sorunlar orada incelenmiş ve bu yoldaki Avusturya asılarının (çıkarlarının) ne olacağı saptanmıştır- verilen kararların 5’inci ve 6’ncı maddelerinin özetini aşağıya koyuyoruz (1):

 

M. 5 – Bulgaristan’ın ülkece genişlemesi, Avusturya bakımından, ancak Romanya’nın ödün istemesine yol açacağı dolayısıyla önemlidir. Bu iş bir yana bırakılırsa biz Bulgaristan’ın Balkanlar’ın batısında değil doğusunda genişlemesini daha iyi görürüz. Bu bakımdan Avusturya asıları (çıkarları) Rusya’nın eskiden beri İstanbul üzerinde beslediği istekler dolayısıyla Rus asılarına (çıkarlarına) karşındır (karşıdır).

 

M. 6 – Balkan buhranının İstanbul’un ne olacağı sorununu bu sırada ortaya atıp atmayacağı, her şeyden önce savaşın gelişmesine bakar. Avusturya için bir sorun -tutumsal yön bir yana bırakılırsa – yalnız şu noktadan ilgi uyandırmaktadır: İstanbul sorununun ortaya atılması Rusya ile Bulgaristan – belki de Rusya ile Batı devletleri arasında- karşınlık doğurabilir. Onunla ilgili olan Boğazlar işi Rus ve İngiliz devletleri arasındaki ilişkilere göre çözümlenecektir denilebilir. Boğazlarla ilgili antlaşmaların Karadeniz’i yalnız Rus asılarına uygun bir kapalı deniz (1) durumuna sokacak biçimde değişmesine Londra’nın yanaşacağına pek inanılamaz. Bunun tersi yani Boğazların bütün savaş gemilerine açık olması ise bizim işimize en uygun gelir.

 

Bu belgeler Lüleburgaz vuruşması başlamak üzere iken büyük devletlerin istek ve düşüncelerini yettiği kadar aydınlatmaktadır; bunlardan herkes gereken hükümleri çıkarabilir.

 

Lüleburgaz vuruşmasına ve onun siyasal sonuçlarına geçmeden önce Mısır işinin o arada almış olduğu durumu kısaca anlatacağız.

 

Daha Balkan Savaşı başlamadan ve Trablusgarp Savaşı sona ermeden, 15 İlkteşrinde (ekimde), G. Lovter, son Rus Savaşı’nda olduğu gibi (93 seferi, 1877-78) Osmanlı hükümetinin Hidiv’den asker yollamasını isteyebileceğini hükümetine bildirir (2) ve bu olursa nasıl karşılık verilmesi gerekeceğinin düşünülmesini söyler; büyükelçi, Mısır askerlerinin kışın Balkanlar’da bir işe yaramayacaklarını ayrıca eklemektedir.

 

Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın düşüncesi 1877’den beri durumun değiştiği ve şimdi Mısır’da İngiliz askeri bulunduğundan onun kimseden yana olmamasının gerektiğidir; böyle yapılmazsa Mısır’a da saldırılabilir ve İngiltere de savaşa sürüklenmiş olabilir; dolayısıyla Osmanlı-İtalyan Savaşı’nda yapıldığı gibi Mısır yansız (tarafsız) kalmalıdır, ancak Türk ve Müslüman duygularını yok yere İngiltere’ye karşı kışkırtmamak için özenli davranmalıdır ve Lord Kiçner’in düşüncesi sorulmalıdır (1).

 

16 İlkteşrinde (ekimde) yapılan soruya Kiçner 17’de karşılık verir: yansızlık (tarafsızlık) düşüncesini beğenir ve Şûrayı Devlet Reisi Kâmil Paşa’nın, basına yaptığı bir demeçte, Mısır yansızlığının Türkiye’yi İtalya’yı yenmekten alıkoyduğunu söylemiş olmasından sızlanarak bunun Mısır’da (İngiliz bakımından ve İngilizlere) az çok kötülük yaptığını ve bu demecin Trablus’un elden çıkması sorumluluğunu başka omuzlara yüklemek için bir deneme olduğunu yazar (2).

 

Bu telin kendisine de bildirilmesi üzerine G. Lovter 22 İlkteşrinde (ekimde) verdiği karşılıkta (3) Kâmil Paşa’nın bu işi İngiltere’ye yüklemeyi düşünmüş olmasını sanmadığını ve bir gün önce İngiliz Büyükelçiliği üyelerinden biriyle görüşürken, Trablus işinde, Mısır savaşa karışsaydı büyük devletler arasında karmaşalar çıkabileceği için o sırada Mısır’ın yansız (tarafsız) kalmasını anladığını, ancak Mısır’ın Yunan’a karşı -hele yalnızca Mısır’daki Yunanlıları ülkeden çıkarmakla kalınırsa- durum almasında korkulacak bir şey olmadığını söylediğini ve kendisine karşılık olarak Mısır işlerinde sorumlu olan İngiltere Yunanistan’a karşı durum alırsa, başka büyük devletlerin de Balkanlılara karşı veya onlardan yana durum alabileceklerinin bildirildiğini teller.

 

O sırada Hidiv Abbas Hilmi Paşa İstanbul’dan geçmektedir, kendisinden bu yolda bir şey istenilmiş olmalıdır ki Kahire’de Başbakan’a bir tel çekip Türkiye ile savaşan devletlerle ilişkilerin kesilmesini önerir. Mısır bakanları da buna yatkındırlar ve her yerde Müslümanların bunu hoş göreceklerini Kiçner’e söylerler. Kiçner bunu Grey’e bildirirken (1) bu dileğe yatkınlık gösterir, bunun 1897’de (Osmanlı-Yunan Savaşı) yapıldığı gibi Mısır’daki Yunan Konsolosluk memurlarını çıkararak değil yalnızca onlarla resmi ilişkileri kesmekle de yerine getirilebileceğini yazar ve Türkiye bu kadar sıkışık bir durumda iken Mısır’ın yansızlığını (tarafsızlığını) yayımlamasının iyi görülmeyeceğini ekler.

 

Grey buna 29 İlkteşrinde (ekimde) karşılık verir, tam yansızlıkta direnir ve daha önce Kâmil Paşa’ya verilmiş olan karşılığın Mısır hükümetine de verilmesini ileri sürer.

 

Kaynak: BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999
belgesi-2766

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin