Antalya

Antalya’ya ayak basmakla gerçekten yeni bir hayatın içine girmiş olduğumu anladım. Millî hareketin, belirgin çizgi ve karakteri olan hız ve kararlılık derhal göze çarpıyor. Buradaki faaliyetle Yunan bölgesindeki durgunluk arasında tezat göze batıyor. Limandaki rıhtımlar ticaret eşyası ile dolu, Anadolu’nun her tarafında rastladığım deve kervanları yüklerini gelip buradan almaktalar. Gümrük deposu her çeşit silâh ve cephane ile tıklım tıklım dolu. Gümrük müdürü genç bir adam, yarı asker, yarı sivil, telefonun başından ayrılmadan giriş ve çıkışları izlemekte. Telefonda, Anadolu’nun kaderini tayin eden ve âdeta bir kanun gibi geçerli iki kelimeyi devamlı olarak duyuyorum: Ankara, Mustafa Kemal Paşa.

 

Formaliteler çok sürmedi. Ankara’dan beklenen emirler tam zamanında geldi. Ülkenin içlerine doğru yoluma devam edebileceğim. Deve kervanlarının tıkadığı dik bir yokuş kıyıdan şehre doğru çıkıyor. Burada her şey dikkati çekiyor, giydikleri çok renkli elbiselerle halk, ırkların çeşitliliği… Herkes başı dik, çalışıyor ve telâş içinde. Bursa’dan, Aydın’dan gelmiş göçmenler, Hıristiyanlar, Müslümanlar Antalya halkının arasına karışmış. Bir arada yaşamanın tatlı havası üzerimizden geçiyor. İlkbahar da çok güzel, hava çiçek kokularıyla dolu. Bir dere sokaklardan akarak boydan boya şehirden geçiyor ve Antalya’yı gürültüsüyle dolduruyor. Kayaların arasında susam çiçekleri açmış, portakal çiçeklerinin kokusu burnumuza kadar geliyor.

 

Vilâyet konağı çok hareketli bir arı kovanını andırıyor. Subaylar, memurlar boyuna gidip geliyorler. En ufak bir olay için, Ankara telgraf başına çağırılıyor, problemi o çözecek. Türk halkı günün telgraf haberlerini öğrenebilmek için telgrafhanenin önünde toplanmışlar. Başlamak üzere olan Yunan taarruzunun ne şekilde geliştiğini öğrenmeye çalışıyorlar.

 

Vali beni çok iyi karşıladı. Birkaç dakika içinde bütün güçlükler giderildi; yarın sabah yola çıkacağım. Bunun için gereken emirler bugünden verildi. Burada her şey ne kadar basit ve kolay. Kendimi, uzaktan her şeyi yöneten, yoluna koyan ve koruyan, göze görümmeyen bu kuvvetin emrine bırakmaktan başka çare yok. Buralar, her şeyin önünde eğildiği, çok kararlı bir tek irade tarafından yönetilen yepyeni bir dünya.

 

Akşam Doktor Cemil Süleyman’ın evindeyiz. Uzun bir tartışma ve fikir alış verişi yaptık. Avrupa’ya ve Müttefik devletlere karşı kızgınlık çok fazla: ”Bütün konferansların sonucu işte bu: Yeni bir Yunan taarruzu! Kendisine bu kadar acımasızca davranılan bir ülke görülmüş müdür?” Doktor kendi örgütünün çalışmalarından söz etti, yeni bir hastahane yaptırmış; dispanser de çok iyi çalışıyormuş; gece gündüz demeden faaliyetteler. Bütün bunlar ne için? Hiçbir şeyin haklı çıkaramayacağı, her şeyi yok etmek isteyen bir istilâya karşı koymak için.

 

”Fransa bizimle anlaşmak istiyordu. Ne için bunu yapmıyor? İttifakın bu kötü isteğine karşı sürdürdüğümüz bu hayat çekilir mi? İngiltere bizim mahvımızdan başka bir şey istemiyor. Onun yüzünden en verimli topraklarımızı terk ettik ve ülkenin içerlerine, Asya steplerine doğru çekildik: Galiplerin, ‘Silâhla barışı getirmek’ dedikleri bu olacak her hâlde.”

 

Genç doktor devam ediyor: ”Ne yapalım, biz de suçlandığımız biçimde, her şeyi göze alacak macera adamları olacağız.” Bu arada, haklı öfkesine rağmen, barışçı görevini yapmaya devamla hastalarını iyi etmeye çalışacak, bahçesiyle uğraşacak. Tavuskuşları yetiştirecek, hayal ettiği bir kütüphaneyi, tıp bilimi konusunda gerekli kitapları sağlamaya çalışacak. Bu mahrumiyet sözcüklerini ve bundan yakınmayı, bundan sonra çok işiteceğim.

 

Pazarı dolaştım, burada her şey bulunuyor. Antalya toprakları inanılmayacak derecede verimli. Eski kaleler boyunca uzanan bulvarda İtalyan subayları geziniyorlar. Daha gerilerde bahçeler içinde tahta parmaklıklı Türk evleri görünüyor. Bunlar sakin bir hayat için yapılmışlar. İçlerinde bu bolluk bölgesinin mutlu insanları yaşıyor.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2698

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin