Burdur

Haftalar boyu süren yolculuğumuzda birçok yerde konakladık. Araba ile 1.000 kilometre yaptık. Sonunda Yunan taarruzuna çarparak durdum ve bu biçim bir istilânın etkilerini yerinde inceleyebildim.

 

Önceleri geçtiğimiz bütün ovalar ekili, yemyeşildi. Köylüler tarlalarda toprağı sürmek ve tohum atmakla meşguldüler. Dağlarda ise inek ve koyun sürüleri otluyorlardı. Akşamları köy ve kasabalarda, hâllerinden memnun hak ve eşraf etrafımda toplanıyorlar ve benimle Avrupa’dan konuşuyorlardı. Böylece ilkbahar havası esen bu yerlerden geçtim. Ama artık ufukta kara bulutlar görünmeye başlamıştı. Yunan taarruzu bütün şiddetiyle Afyonkarahisar üzerine doğru gelişiyordu. Akşam Dinar ve Sandıklı’da, yol üzerinde biriken yorgun köylülerin yüzlerinde keder ve endişe okunuyordu. İlk felâket haberleri kitle halinde gelen muhacirlerden öğrenildi: Yunanlılar her yeri yakıyor, yağma ediyor, Müslüman kadın ve çocuklarını öldürüyorlardı. Bu derece haksızlığa ve zulme karşı her taraftan büyük bir öfke yükseliyordu: ”Biz ne yaptık? Bizden ne istiyorlar?”

 

Yollarda artık küçük bir eşeğin çektiği deve kervanları görünmez oldu; fakat buna karşılık yollar yaralılar ve cephane konvoyları ve askerlerle dolu. Afyon’a birkaç kilometre yaklaştığımızda geri çekilmek zorunda kaldık. Toplar pek yakınımızda gürlüyordu. Birkaç saat öncesine göre ne büyük. Tarlalar boş, yol ölü, sürüler saklanmış; dün gördüğümüz manzaradan eser yok. Sandıklı’daki arabacılar, belediye yetkililerinin emirleri üzerine, istemeyerek arabalarını koşmaya razı oldular; bin zahmetle Burdur’a doğru yola çıktık.

 

Sığınmacılarla dolu bu merkeze yeni gelmiş Kızılay örgütü tarafından hararetle karşılandık. Nihayet iyi haberler gelmeye başladı. Türk karşı taarruzu başarı ile devam ediyormuş. Milliyetçiliğin büyük şahsiyetleri sahnede göründüler: Mustafa Kemal Paşa, harekâtı yöneten başkumandan; İsmet Paşa, Eskişehir cephesi komutanı; Refet (Bele) ve Fevzi (Çakmak) paşalar bütün diğer önemli noktalardan sorumlu, hepsi de askerleri arasındalar.

 

Sürprizlerin doğurduğu ilk şaşkınlık geçti. Bursa’dan Eskişehir’e doğru gelişen Yunan taarruzu İnönü’de ikinci defa kırıldı. Uşak’tan Afyon’a doğru taarruza kalkan Yunan kuvvetleri ise, şehrin hemen yakınında hareketsizliğe mahkûm edildi.

 

Her akşam Kızılay örgütünde, haber bülteni ilgiyle okunuyordu. Günde 15 saat çalışarak ameliyat yapan, yaralıların pansumanıyla uğraşan, hastalara moral veren bu gençler yorgunluklarını kısa bir uyku ile giderip kendilerini ertesi günkü çalışmaya hazırlıyorlar. Haberler iyi olduğu zaman içlerinden biri kemanını alıyor ve konusu aşk ya da savaş olan eski Türk şarkılarından birini söylemeye başlıyor. Keman da, ses de aynı şeyden şikâyet ediyor. İçlerinden Doktor Lütfü, ”Bu güzel ve zavallı yurdumuz için daha neler yapmamız gerek?” diye mırıldandı.

 

Suları maden tuzlarıyla yoğun bir biçimde yüklü olan türkuaz mavisi rengindeki Burdur gölünün etrafında gül bahçeleriyle haşhaş tarlaları göz alabildiğine uzanıyor. Her şeye rağmen burada hayat devam ediyor; köylü kadınlar değerli ürünü toplamaya hazırlanıyorlar, çocuklarla yaşlılar sürülerle meşgul. Savaşın bu kadar yakınında, bu harikûlade dekor içinde geçen bu sâkin günleri hiç unutmayacağım. Refet Paşa’nın mesajları halkı sabırlı olmaya davet etmekte, yaşlı belediye başkanı, zaman zaman, olaylar hakkındaki düşüncelerini açıklamakta. Herkes, Fransa’nın buralara kadar gelerek acılarını ve kavgalarını paylaştığını ve bundan da bazı iyilikler ortaya çıkacağını sanmakta.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2699

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin