Marie Curie

 Radyoaktivite üzerine çalışmaları ve polonyum ile radyum elementlerini
bulması ile ünlüdür.

Babası fizik öğretmeni ve annesi bir kız okulunun yöneticisi olan
Marie, babasından görüp öğrendikleriyle bilime büyük ilgi duyuyor;
fakat aile bütçesine yardım etmek için çocuk bakıcılığı yapıyordu.

Polonya’da kızların bilim eğitimi görmeleri olanaksızdı. Bu yüzden
Marie, bakıcılıktan kazandığı paranın bir kısmını eve veriyor, bir
kısmını da Paris’te yapmayı planladığı ileri eğitimi için


biriktiriyordu. Yol parası ve geçinebileceği kadar para biriktirince,
kız ve erkek kardeşlerinin bulunduğu Paris’e giden Marie, Paris’de
yaşamını büyük bir yoksulluk içinde sürdürüyor, ara sıra derslerde
açlıktan bayıldığı da oluyordu. Sonunda, soğuktan donmadan ve açlıktan
ölmeden, fakülteyi birincilikle bitirmeyi başarıyordu.

Marie, kısa bir süre sonra birkaç önemli buluşun sahibi ve o zamanki
Sınayi Fizik ve Kimya Okulu Laboratuvar başkanı Pierre Curie ile
tanışıp, ikisinin de sevmedikleri papazların karşısında değil
belediyede evleniyorlardı. Curie’ler, nikah, düğün, eğlence, gelinlik
ve süs eşyası için varlıklarını tüketmiyorlar, balayılarında ve
sonradan fakülteye gidip gelmek için ihtiyaçları olan iki bisiklete
yatırım yapıyorlardı.

Marie, öğrenme tutkusunu yenemiyor ve ileri bir çalışma ile bilgisini
genişletebileceği bir konu arıyordu. Kocasının önerisi üzerine, o
günlerin ilginç buluşu “radyoaktivite” araştırmalarına yöneliyordu.
Becquerel, floresans ve fosforesansın nedenlerini ararken, kimi
maddelerin sürekli ışın saldıklarını bulmuş ve bunlara &#8220ecquerel
ışınları” veya &#8220ranik ışınlar” denmişti. Önce Röntgen’in x
ışınlarını sonra Becquerel’in sürekli ışımayı bulması, Marie’yi çok
ilgilendiriyordu. Marie, yeni gözlenen olguya sürekli ışıma anlamında
radyoaktivite adını veriyor, Uranyum’un ışıma özelliğini inceliyor,
Rutherford ve alfa, beta, gama diye üç tür ışın saptayan Becquerel ile
aynı bulguları elde ediyordu. Kocasının buluşu olan “basınç elektriği”
anlamındaki “piezo elektriği” ışımayı ölçmek için kullanıyordu.

Işımanın havayı iyonlaştırdığı (artı ve eksi yüklü parçacıklar
oluşturduğu) için elektrik akımını geçiriyordu. Işıma ne kadar yoğun
ise, elektrik akımı da o kadar artıyordu. Bu akım, galvanometre ile
ölçülebiliyor ve basınç altındaki bir kristalin oluşturduğu potansiyel
ile etkisizleştirilebiliyordu. Akımı dengeleyebilen basınç miktarı,


ışımanın yoğunluğunun ölçüsüydü. Çeşitli uranyum bileşiğini bu biçimde
incelemesi sonucunda elde ettiği bulgular, ışımaların içlerindeki
uranyum ile orantılı olduğunu gösteriyordu. Böylece, ışınların kaynağı
olan elementin atomlarına kadar ayırım yapabiliyordu. Daha sonraları
Torinyum’un da ışıma özelliği olduğunu Berzelius buluyordu. Marie,
çeşitli uranyum bileşiklerini (Çalkolit, Otonit, Uranitit) incelerken,
kimilerinin daha çok ışıma özelliği taşıdığını “piezo elektrik”
yöntemi ile buluyor, ancak bu sonucu hesaplarıyla bağdaştıramıyordu.
Ya hesaplamalar yanlıştı ya da doğal maden cevherlerinde daha çok
ışıyan başka bir madde vardı. Bakır ve uranyum fosfat kristalleri olan
Çalkolit’i yapay olarak elde edip ışıma özelliğini ölçünce, hesaplara
uygunluğunu görüyordu. O halde, doğal cevherlerde başka bir element
vardı. Yeni elementler olasılığı, eşi Pierre’i de heyecanlandırıyor, o
da kendi araştırmalarını bırakıp adeta Marie’ye yardımcılık yapıyordu.

İkisi birlikte yürüttükleri uzun ve yorucu çalışmalardan sonra
uranyumdan çok daha ışıyan bir element buluyor ve Marie’nin vatanını
hatırlayarak &#8220olonyum” adını veriyorlardı. Fakat daha sonraları,
bu kadar güçlü ışımanın polonyumdan gelmediğini anlıyor ve yoğun
araştırmalara girişiyorlardı. Sonuçta Radyum’u elde ediyor, saldığı
ışınlardan ve Demarçay’a yaptırdıkları tayf analizinden özelliklerini
saptıyorlardı. Fakat Curie’ler, elle tutulup gözle görülebilecek
miktarda radyum elde ederek, özelliklerini incelemek ve yeni bir
element oluşu hakkındaki tartışmalara son vermek istiyorlardı. Bunun
için büyük miktarda maden filizi gerekiyordu.

Curie’ler, istediklerini yüzyıllardan beri gümüş ve madenleri elde
etmek için işletilen Bohemya yataklarında işe yaramaz curuf kabul
edilen uranyum yüklü yığınlarda buluyorlardı. Madenciler, taşıma
giderlerini ödemeleri koşuluyla bu “pislik yığınlarını” parasız


vermeyi kabul ediyor, hatta “bu çılgın bilginlerin”, işletmeyi
temizlik giderlerinden kurtarmalarına seviniyorlardı. Curie’ler,
ellerinde ne varsa taşıma gideri olarak ödüyor ve “artıkları”
alıyorlardı. Fizik okulunda döşemesiz ve tavanı akan eski bir tahta
kulübeyi kullanmalarına izin veriliyor ve ısıtılması olanaksız olan bu
viran yerde dört yıl boyunca radyum elde etmeye çalışıyorlardı.
Tonlarca artığı kilo kilo arıtmaya uğraşıyor ve ışıması çok yüksek
olan artık yığını miligram miligram artıyor; fakat bu arada Marie’nin
ağırlığı8-10 kilogram azalıyordu. Üstelik yeni doğan bebek İrene de
sürekli bakım istiyor ve geleceğin ünlü bir araştırmacısı olacak
kızlarını ihmal edemiyorlardı. Fakat Marie’nin radyumu gözle
görülebilecek miktarda elde etme kararı, hiçbir engel tanımıyordu.
Curie’ler, 1902 yılında, birkaç bin kristalleştirme işleminden sonra,
ancak 100 miligram radyum biriktiriyor ve sekiz ton artıktan bir gram
radyuma ulaşmış oluyorlardı. Bundan sonra radyumun özelliklerini
inceliyor ve Niton adını verdikleri bir gaz yaydığını ve bunun içinde
helyum bulunduğunu saptıyorlardı. Helyum bilinen bir elementti. Demek
yüzyıllardır kimyacıların düşündükleri “bir maddenin diğerine
dönüştürülmesi” hayal değildi. Fakat bunu yapan “eliksir” değil, atom
çekirdeğindeki enerjiydi. Böylece “filozof taşı” da elde edilmiş
oluyordu.

Curie’lerin Polonyum ve Radyum’u bulma yöntemleri, kimyaya yenilik
getiriyordu. O güne kadar her elementin tayfta belli bir çizgisi
vardı; yani elementler tayf çizgisi ile tanımlanıyorlardı.
Curie’lerinki, elementleri ışımalarıyla tanıma yöntemiydi. Aslında
Marie’yi yeni elementler aramaya itende başlangıçta bir varsayım olan
bu kural idi.

Yoksulluklarına ve sağlıklarının bulunduğu tehlike ortamına rağmen
Curie’ler, radyum elde etme yöntemlerini kendi adlarına
yasallaştırmıyor, yalnız bilim uğruna çalıştıklarını söylüyorlardı.


Marie 1903 yılında doktorasını alıyor ve aynı yıl, eşi Pierre Curie ve
Becquerel ile Nobel Fizik Ödülü’nü paylaşıyordu. Fakat Curie’ler, ödül
töreni için yolculuk yapamayacak kadar hastalanıyorlardı. Marie,
yazılarında radyumun saldığı büyük enerjiden söz ediyor; fakat bu
enerjinin kaynağı, Einstein’ın açıklamalarına kadar gizemini
koruyordu.

Sanki o güne kadar çektikleri yetmezmiş gibi, eşi Pierre bir atlı
araba tarafından ezilerek ölüyor ve yerine Marie atanıyordu. O
zamanlar çok tutucu olan bilim çevreleri, Marie’yi ister istemez kabul
ediyor; fakat kadın olduğu için akademi üyeliği seçimini bir oy ile
kaybediyordu. Marie iki yeni element bulduğu için 1911 yılı Nobel
Kimya Ödülü ile onurlandırılıyor, böylece iki kez Nobel Ödülü alan ilk
kişi oluyordu. Marie’nin genel tutumu sanki çevresine ışın saçar
gibiydi. Daha sonraları kızı ve damadı Joiot -Curie’ler ile çok yakın
dostu Perrin de Nobel Ödülü alıyorlardı. Çok insancıl olan yakınları
için her fedakarlığı yapan Marie, Birinci Dünya Savaşı’nda da ününü
bir yana bırakıp hasta arabası kullanarak, insanlığa hizmetini
sürdürüyordu.

Röntgen’in x ışınlarını bulmasıyla kamçılanan Marie’nin yoksul, fakat
heyecanlı günlerle dolu bilim yaşamı, radyumu buluşuyla noktalanıyor;
fakat açtığı yoldan ilerleyen Dorn ve Boltwood, başka ışıyan
elementler elde ediyorlardı. Radyumun uygun koşullarda kanseri
önlediği anlaşılıyor; fakat ne hazindir ki; Marie kan kanserinden
yaşamını yitiriyordu


belgesi-1800

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin