Yıldırım Taarruzu

14 Mayıs 1919 saat 21’de, Koramiral Calthorpe İzmir Garnizon Komutanı’na, mütareke anlaşmasının 7’nci maddesi gereğince, şehrin istihkâmlarının, Müttefik kuvvetler tarafından işgal edileceğini haber veriyordu. Bundan iki saat sonra, saat 23’te gönderdiği yeni bir notada ise, barış konferansı kararı gereğince, Yunan askerî birliklerinin İzmir’i işgal edecekleri bildirilmekteydi.

 

Yıldırım, tam İzmir’in sükûna kavuştuğu, ekonomik hayatın canlanmaya başladığı zamanda düştü. İzmir ve Aydın vilâyetleri Dünya Savaşı’nı müstesna şartlar içinde geçirmişlerdi. Rumlar ve İslâmlar, zımni bir anlaşma ile Almanlara hiçbir müdahale sebebi yaratmamışlardı. Mütareke imzalanır imzalanmaz da her şeyin normale dönmesi pek kolay olmuştu.

 

Müttefiklerin bu acayip kararı -daha doğrusu M. Lloyd George’un- her şeyi altüst etti. O güne kadar çok örnek bir tutum ve davranış örneği vermiş olan Türkler ilk önce şöyle düşündüler: ”Müttefiklerin her dediğini kabul edebiliriz, yalnız onların bizlere baskı yapmak için Yunanlıları görevlendirmesi, ayakların baş olması, gerçekten her şeyin sonu olur. Biz büyük bir hata işledik, bunu biliyoruz; büyük devletlerin bizi cezalandırmak isteyeceklerini de düşünüyorduk; ancak Yunan egemenliğini asla kabul edemeyiz, Yunanlıları asla.” Gerçekten, bundan daha ağır bir hata işlenemezdi ve bu, yapılan tahriklerin en kötüsüydü.

 

Yunanlılar, özellikle çok nazik olan bu operasyonu acaba nasıl başarabileceklerdi? Ülkenin idaresini ele alırken nasıl bir tutum ve davranış içinde olacaklardı?

 

Amiral Calthorpe’nin dediği gibi, 15 Mayıs saat 7’de Averoff ve Limnos zırhlıları, peşlerinde birçok nakliye gemileri olduğu hâlde İzmir limanında demirlediler. Albay Zaphiriote kumandasındaki Yunan birlikleri karaya çıkmaya başladılar. Bu birlikler bir efzun alayı ile 40. ve 50. piyade alaylarından oluşuyordu. Bunlardan önce, birkaç küçük deniz birliği, Türk komutana yapılan bildirideki şartların yerine getirilip getirilmediğini, Türk askerlerinin kışlalarında kalıp kalmadığını kontrol için karaya çıkmıştı. Yalnız Türk liman polislerinin yerlerinde kalmalarına müsaade edilmişti. Bu arada İngilizler de posta ve telgrafhanenin bulunduğu binayı işgal ettiler. Amiral Calthorpe, Müttefik devletler savaş gemilerinin şehrin asayişini koruyacağını bildirdi.

 

Saat on birde Yunan birlikleri İzmir’e çıktı. Ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Yunan askerleri, etraflarında silâhlı sivillerin de bulunduğu uzun bir yürüyüş kolu teşkil ettiler. Bütün bunlar ve bundan sonra yazacaklarımdaki haber ve ayrıntılar, yüksek rütbeli Fransız subaylarının not defterlerinden alınmıştır.

 

 

”Zito Venizelos”

 

 

Yürüyüş kolunun önünde kocaman bir Yunan bayrağı vardı. Herkes çılgınca ”Zito Venizelos” diye bağırıyor, sancaktar da bayrağı sallıyordu. Gösteri yapanlar, gürültüden gitgide kendilerini kaybettiler. Böylece, içinde en fazla sayıda Türk askerinin bulunduğu büyük kışlanın önüne geldiler. Binada, silâh altına yeni alınmış yedek subaylar, 56. Süvari Alayı subayları, acele ve düşüncesizce verilen bir emir üzerine burada toplanmış başka birçok subay vardı. Bunlar, herhangi bir taşkınlığa sebep olmamak ve kolayca suçlanmalarına bahane yaratmamak için kendi rızalarıyla silâhlarını teslim ettiler.

 

Sinirli, kederli ve yaptıkları bu gereksiz fedakârlıktan dolayı şimdiden pişman olmuş bu savunmasız insanlar birbirlerine sokulmuşlardı.

 

Bu sırada kışladan, tahrikçi bir Yunan ajanı tarafından patlatılan bir tabanca sesi ortalığı çınlattı. Bu, beklenen bir işaretti. Bunun üzerine Yunan askerleri binanın karşısında mevzi aldılar ve bir ateş salvosu başladı. Ateşe Yunan makineli tüfekleri de katıldı.

 

Kışlanın içinde camlar kırıldı, ölü ve yaralılar yerlere serildi. Anlatılamayacak bir panik içerisinde silâhsız insanlar koridorlara yığıldılar. Neden sonra, birkaç subay kuşatma birliklerini yatıştırabildiler. Önce içlerinden biri arkadaşlarını ikna etmiş, hepsi de onu dinlemiş, o da elinde beyaz bir bezle görüşmeci olarak kışladan çıkmıştı, fakat derhal süngülendi ve yere yıkıldı. Daha sonra Türk komutan çıktı, ateş devam etti, ancak yavaş yavaş azaldı. Tehditler ve küfürler arasında, Türk komutana bazı emirler verildi. Türk subay ve erleri kışlayı terk edecekler ve derhal gemilere bineceklerdi. Çıkış başladı, ayakta yürüyebilecek durumdaki yaralılar arkadaşlarının yardımı ile kafileye katıldılar. Silâhlı komitacılarla askerler etraflarını sarmış olarak, limana doğru yürümeye başladılar.

 

Şehirdeki Rumlar da dindaşlarının kışkırtmasıyla heyecana gelerek toplanmışlardı. Hakaretler, tecavüz ve cinayetler başladı. Türk subayları tüfek dipçikleri ve süngülerle hırpalandılar, üstleri arandı ve soyuldular. Komitacılar büyük bir hırsla bunların mendilleriyle feslerini aldılar, fesler yırtıldı ve ayaklar altında çiğnendi. Bu her Müslüman için en büyük hakaretti.

 

Yunan subayları bunları alkışladılar, kalabalık bağırmak ve vurmaktan yorulunca küfürler edilmeye başlandı. Türk subayları iki sıra saldırgan arasında yavaş yavaş yürümeye zorlandılar. Perişan kafile nihayet liman önünde durdu. Ölü ve yaralılar yolda bırakılmıştı. Hayatta kalan ve oraya kadar gelmiş olanlara da, bu sefer Patris kruvazöründen, destroyerlerden, İzmir’deki Yunan bankasından ve civardaki Rum evlerinden ateş açıldı. Yunanlı denizciler Türk subaylarına gülüşerek nişan alıyorlardı. Otuzdan fazla subay vurularak, binecekleri geminin önündeki rıhtıma düştü, geri kalanlar da türlü hakaretlerle bindikleri geminin ambarına, hayvanlarla beraber tıkıldılar.

 

İzmir’de Yunan işgali işte böyle başladı. Önceden söylediğimiz gibi, bu kısa cümleler, sonuçları beklenilenden çok daha geniş olacak bu kötü hareketleri büyük bir öfkeyle seyreden bizimkiler (3) tarafından kaleme alınmıştır.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2656

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin