Hayatın Kökleri-Kanser



Kanser



    Sorun, içerde bir şeylerin olup normal bir hücrenin kanser hücresine dönüşmesiyle başlar. Kanserin kökeninin tek hücrede oluşu, yaşamın ilkeleri üzerine yazılmış bir kitapta bir bölümün kansere ayrılmasını gerekli kılıyor. Kanser konusunda açıklama arayanların, kitabımızda daha önce anlattığımız konularla da ilgilenmeleri gerekir.

    Berilyum ve Kanser
    Berilyum adlı maden, tavşanlarda çok kötü kemik kanserlerine yol açıyor. Bu, araştırmacı olarak ilk çalışmaya başladığım sıralarda, floresan lamba üretiminde çalışan işçilerde görülen ölümler üzerine eğilen bazı bilim insanları tarafından bulunmuştu, işçilerin akciğerleri, lamba tüplerinde kullanılan bazı malzemelerin etkisiyle bozuluyordu. Araştırmacılar berilyum içeren fosforlu malzemeyi hayvanlara verdiler ve birkaç ay sonra kemik kanserleri görüldü. Kanserler hızla büyüdü, bedenin diğer kısımlarına yayıldı ve hayvanların bir iki hafta içinde ölmelerine neden oldu. Berilyum insanlarda hiçbir zaman kansere yol açmaz, ama akciğerlere zarar verir. Zaten artık floresan lamba yapımında da kullanılmıyor.
    Tıbbiyeden mezun olur olmaz, berilyumun nasıl kansere yol açtığını bulmayı kendime iş edindim. Önce, kütüphanede benden önceki bilim adamlarının, berilyumun canlı sistemlerdeki davranışı üzerine neler yapıp yapmadıklarını araştırdım. Çok az şey yapılmıştı. Ama bilinen ilginç bir nokta vardı. Son derece küçük miktarlardaki berilyum bedendeki fosfataz denilen önemli bir enzimin çalışmasını durduruyordu. Bu enzim kemik için özellikle önemlidir, çünkü kemiği sertleştiren kalsiyum fosfat maddesinin toplanmasına yardımcı olur. Bilinen başka bir gerçek de, fosfataz enziminin işe yaraması için, normalde “magnezyum” metaline gereksinimi olmasıydı; Berilyum, atomik yapısı bakımından magnezyumun çok yakın akrabasıdır. O zaman, şu soru akla geliyor: Berilyum, magnezyumun yerini alıp fosfatazı zehirliyor mu? Cevap “evet” oldu. Berilyum enzime giriyor, magnezyumu dışarı atıyor ve böylece enzimi işe yaramaz hale getiriyor.

    Berilyum ve Büyüme
    Ben konuya girdiğimde durum böyleydi. Problemi kafamda tartarken, aklıma bana güzel görünen bir fikir geldi. Neden “büyüme” için magnezyuma gereksinen, basit bir model sistemle çalışılmasın? Eğer berilyumun büyüme üzerine bazı etkileri olduğu görülürse ve bunlarla sistemin magnezyuma olan gereksinimi arasında bir bağlantı kurulabilirse, berilyumun hücre büyümesini nasıl etkilediğini anlamaya birazcık yaklaşmış olabilirdim. Çalışmak için seçtiğim basit model sistem, bitkilerin büyümeğiydi. Bitkilerdeki bütün klorofil molekülleri magnezyum içerir. Klorofil, tıpkı bazı enzimler gibi, magnezyum olmazsa işlevini gereğince yerine getiremez. Belki berilyumun magnezyumu klorofilden dışarı çıkarıp, bitkilerin büyümesinde değişime yol açması beklenebilirdi.
    Çalışmaya serada, içinde bitkilerin beslenmesi için gereken her şey ve bu arada normal bir miktar magnezyum bulunan bir solüsyon içinde, şişede yetiştirilen domates bitkileriyle başladım. Bu bitkiler birkaç hafta içinde çok güzel geliştiler.



    Başka bir grup bitki, içinde berilyumun da bulunduğu benzer bir ortama konuldu. Bunların büyümeleri, berilyumsuz grubun büyümesiyle aynı düzeydeydi.



    Bunun üzerine, berilyumun yeterince magnezyum bulunduğu zaman, herhangi bir probleme neden olmadığı sonucuna vardım.
    Üçüncü grup bitki de standart magnezyum miktarının yarısı verilerek yetiştirildi. Bu bitkiler bir hafta kadar büyüdüler, sonra sarardılar, sarktılar ve öldüler.



    Bu magnezyum eksikliğinin beklenen etkisiydi: yarım ölçü magnezyum yetmemişti. Dördüncü grup bitkiye,, üçüncü grup kadar magnezyum ve ikinci gruba verilen kadar bol berilyum verildi. Sonuç dramatik ve tatmin ediciydi. Bu bitkiler güzel geliştiler ve her yönüyle, birinci ve ikinci gruptakiler kadar sağlıklıydılar.



    Ulaştığım sonuç kaçınılmazdı. Berilyum, bitkinin magnezyum gereksiniminin en az yarısını karşılaşabiliyordu ve magnezyumdan yoksun bırakılmış ölüme mahkum bitkilerin oldukça normal büyümelerini sağlayabiliyordu.
    Buraya kadar her şey çok güzel, Bundan sonraki adım, berilyumun klorofil moleküllerine girip magnezyumu dışarı atıp atmadığının incelenmesiydi. Dört grup bitkinin klorofilini de analiz ettim. Hepsinde de magnezyum olup berilyumdan iz olmaması beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu sonuç cesaret kırıcıydı, ama gerçeğe karşı söyleyecek bir şeyim yoktu.
    Yine de berilyum, normal olarak magnezyumun bitkilerde yaptığını yapabiliyordu. Bütün deneyleri, ufacık tek hücreli yeşil alga kültürleri kullanarak yineledim ve tümüyle aynı sonuçlan elde ettim.
    Bu öyküyü neden anlattım? Birincisi, bu, kanser araştırmalarında kafa karıştıran bir problem, ilginç bir model sistem, çekici ve çözülmemiş bir esrar, ikincisi; bilimde olayların nasıl geliştiğini iyi resimliyor. Bir fikir, beklenen dramatik sonuca ulaşabilir, ama beklenen açıklama da yanlış çıkabilir. O zaman daha iyi bir öneriye gereksinim var. Üçüncüsü; ileri de ne yapacağım üzerine kritik bir seçim gerektiği bir anda, bu berilyum problemindeki deneyimim beni, bir öneri getirip bunu deneyle sınayabildiğime inandırdı. Böylece bilimde kariyer yapabileceğimi anladım. Teorimin yanlış olması beni hiç rahatsız etmedi. Çoğu düşünceler yanlıştır ve insan yaşamı boyunca birkaç tane iyi düşünceye rastlarsa şanslıdır.
    Bu problem üzerine iki yıl daha çalıştım. Magnezyuma dayalı bitki enzimlerinde, berilyumun magnezyuma bağımlı bitki enzimlerindeki magnezyumla rekabeti konusunda ilginç buluşlar yayınladım. Ama o zamandan beri ne ben, ne de bir başkası; bu basit metalin, bitkilerin büyümesindeki yerini veya tavşan kemikleri üzerindeki etkisini açıklayamadık. Önemli bir çözülmemiş problem, yeterli bir çözüm bekliyor. Kuşkusuz, basit bir metalin kanser üretmesi, ancak çok yetenekli bir bilim adamının ele alabileceği bir konu.

    Kanser Nedir?
    Kanserin ne olduğunun açık bir resmini yapalım. İlk yaklaşımda, kanserin hücrelerde kalıtımla geçirilmiş anormal davranış olduğunu söyleyebiliriz. Bu anormal davranış, bedenin herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda başlayabilir. Kanserli hücre davranışının iki ana özelliği vardır: 1) Kanser hücreleri, komşuları olan normal hücrelere göre daha hızlı çoğalırlar. Son bölümde gördüğümüz gibi, normal hücrelerin bir büyüme dönemi vardır ama bu sonraları yetişkinliğe ulaşılınca durur. Yenilenme yapan karaciğerde de orijinal büyüklüğe varılınca hücre bölünmesi biter. Kanser hücreleri bir besin kaynağı bulunduğu sürece, hiçbir zaman bölünmeyi durduramazlar. 2) Kanser hücrelerinin etraflarındaki hücrelerle her zamanki ilişkilerinde değişiklik olur, öyle ki nispeten daha bağımsız, egoist ve kötü komşu gibi davranırlar. Hücre yapışkanlığının, embryogenesisin önemli bir özelliği olduğunu hatırlayacaksınız. Bölünen hücreler, yüzeylerindeki özel proteinler sayesinde komşularıyla birbirlerine yapışma eğilimindedirler. Normal hücrelerin bu temel niteliğinin kaybolması, habis büyümeye yol açan önemli bir unsur olmalıdır.
    Yukarıdaki iki özelliğin birleşmesi; yani hücre bölünmesinin artan hızı ile birlikte, hücre yapışkanlığının kaybolması öldürücüdür. Bu, yeni ve uyumsuz garip bir dokunun, doğduğu noktadan hızla yayılarak büyümesi demektir. Sonuçta; hücreler metastaz yapabilirler, başka bir deyişle dolaşımıyla bedenin başka yerlerine gidip, oralarda yeni kanserli koloniler oluşturabilirler. Ve zamanla bölünen, rahat durmayan hücreler, içinde doğdukları bedeni öldürürler.

    Bedenin Dışında Kanser
    Tıpta araştırmacılar, ne zaman problemli bir parçayı bedenden alıp, basit bir cam kaba koysalar, çözüm üzerine iyimser olmaya başlıyorlar. Bu, önerilerinin denetlenebilen, el altında bir sistemle, kritik deneylerle sınanabilirliği anlamına geliyor. Kanser, daha önce de belirttiğimiz gibi, hücrelerin hastalanmasıdır. Hücreler, bedenden alınıp laboratuvarda cam kaplarda kolayca incelenebilirler. Böyle kolayca incelenebilen insan hastalığı sayısı çok azdır aslında.
    Gelin, cam kaplardaki normal hücrelerin ve kanserli hücrelerin davranışlarını inceleyelim. Önce, bir kabın ortasına bir iki normal beden hücresi koyacak ve onları besleyici bir sıvıyla örteceğiz.



    Birkaç günlük bir dönem süresince, sürekli camla ve birbirleriyle ilişkide olarak durmadan bölünürler.



    Hücreler, kabın kenarlarına ulaştıkları zaman bölünmeyi durdururlar.



    Bundan sonra hücreler, tek kat hücre derinliğinde bir tabaka halinde, dengeli, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde kalırlar. Hücrelerin ufak bir bölümünü camdan, kazıyıp alırsak, yaranın yanındaki hücreler bölünmeye başlayıp kısa zamanda boşluğu doldururlar. Boşluk tek tabaka hücreyle kaplanınca, hücre bölünmesi yine durur.
    Dikkat ederseniz bu davranış, yenileme yapan hücrelerinkine temelinde benziyor ama onlarınkinden daha basit. Yenilenmede de bölünme, önceden belirlenmiş bir sınıra, orijinal organ büyüklüğüne ulaşana kadar hızla sürer. İki sistemde de bizi normal hücrelerin ne zaman durmak gerektiğini bildiklerine inandıran bir davranış var.
    Şimdi, kanser hücrelerinin davranışını gözleyelim. Birkaç tanesini bir kaba koyup, ne yapacaklarına bakalım.



    Bölünüp kabı kaplamaya başlıyorlar, normal hücrelerden pek farkları yok.



    Ama kabın kıyısına eriştikleri zaman, normal hücrelerle benzerlikleri kalmıyor.



    Bölünmeye devam ediyorlar, öyle ki düzensiz bir biçimde, gittikçe daha çok hücre üst üste birikiyor. Hücreler büyümeyi nasıl durduracaklarını unutmuşa benziyorlar.



    Sürdürülen bölünmeye şimdi engel olabilecek tek şey, besin yokluğudur. Kanser hücrelerinin başka hiçbir hücrede bulunmayan bir özelliği var; ölümsüzmüşçesine sınırsız çoğalma yeteneği. Gerçekten de bazı kanser hücreleri, kurbanlarının bedenlerinin dışında çok uzun bir süre yaşıyorlar. Bu olgunun en ünlü örneği, 1951’de rahim kanserinden ölen Henriette Lacks’den ameliyatla alınmış kanser hücreleridir. Kadıncağız daha sonra bu kanserden öldü, ama kanserli hücrelerinin bir kısmı cam kavanozlara konup, bunlara besin verilmişti. Bölünmeyi sürdürdüler. Bugün, “HeLa” hücreleri olarak biliniyorlar, hâlâ canlılar ve bölünüyorlar! Kanser araştırmasında yaygın olarak kullanılıyorlar.
    Kanserli hücreler bedende nasıl davranıyorlarsa, cam kapta da öyle davranıyorlar. Normal hücrelerin uyguladıkları sınırlamalardan vazgeçiliyor. Hücre bölünmesinin yasaklanması, hücreler belli bir boşluğu doldurduklarında veya önceden belirlenmiş bir toplam kütleye eriştiklerinde ortaya çıkar. Bu yeteneğin kaybedilmesi kanserdir,
    Cam kaplarda yapabileceğimiz bir şey daha var. Normal hücrelere kanser aşılayabiliriz. Hayvanlarda kanser yapan maddeler ekleyerek, özellikle kanser yapan virüslerle insan, beden dışında da hücrelerde hastalığa neden olabilir. Bilim adamı için çok heyecan verici bir olgu bu, çünkü kansere neden olmanın her adımı beden dışında, laboratuvarda, denetlenebilen koşullarda izlenebiliyor.

    Kanserin Kendisine Kan Sağlaması
    Cam üzerinde büyüyen kanser hücrelerinin tipik olmadığı, üç boyutlu, yumuşak dokuya benzeyen bir ortamda yetiştirilmelerinin gerçeğe daha yakın olabileceği düşünülebilir. Bu yapıldığı zaman kanser hücreleri çıplak gözle ancak seçilebilen ufak bir top oluşturana kadar büyüyorlar. Daha fazla büyümemelerinin nedeni, besine bu durumda kolay ulaşamamalarıdır. Eğer yakında damar hücreleri varsa, küçük kanser hücresi topu, onları yeni kan damarları üretmeye tepkilendirecektir. Kan damarları böylece kanser kütlesinin içine kadar uzar ve kanser hücreleri yeniden bölünmeye başlarlar. Kan damarları büyüyüp dallandıkça, besin taşıdıkça, kanser kütlesi de oldukça büyük bir hale gelebilir. Kanser bedende kanla beslenmezse gelişemez. Judah Folkman tarafından yönetilen bu araştırma, aynı zamanda kanser hücrelerinin, kan damarlarının büyümesine neden olan bir şey salgıladıklarını göstermektedir. Bu salgının ne olduğu üzerine araştırma sürüyor. Ne olduğunu bilebilseydik, karşı koyabilir, kanseri besinsizlikten öldürebilirdik.

    Kanser Mutasyonla mı Oluşur?
    Bir hücrenin bu önüne geçilmez özellikleri kazanmasının nasıl bir nedeni olabilir? Tabii bunu henüz bilmiyoruz. Dönüşümün tetiğini neyin çektiği büyük bir soru. Ama bedende kanserin başlama biçimi üzerine birkaç şey, akla mutasyonu, başka bir deyişle, bir tek hücrenin DNA’sındaki bir değişimi getiriyor.
    1. Kanser, her zaman bir tek hücrede ani bir değişmeyle başlar görünüyor.
    2. Hücre bir defa hastalanınca, ondan üreyenlerin hepsi hastalıklı oluyor. Yani, kötü özellik hücreden hücreye geçiyor.
    3. Kanserli hücreler, kendisinden üredikleri normal hücreye göre bir seçilme avantajı elde etmişe benziyorlar.
    4. Kanser yapan nedenlerin çoğu, örneğin kimyasal maddeler, x-ışınları ve ültraviyole ışınları, aynı zamanda mutasyona da neden oluyorlar.
    Öyleyse, kanserin çok rastlanan, olabilecek nedenlerinden biri de DNA’da değişme, yani mutasyon.

    Virüsler ve Kanser
    Belirli virüs cinsleri kansere neden olabilir. Şimdi bu gerçeğin, mutasyonlar konusunda söylediklerimizle ilginç bağlantıları olduğunu göreceğiz.
    Bakalım güncel kanser araştırmasında yine yeğlenen bir model sistemi olarak karşımıza ne çıkıyor? Daha önceki bölümde gördüğümüz bakteriden geçinen virüsü hatırlayacaksınız. Virüs DNA’sını bakteriye geçiriyor ve ondan sonra bütün bakteri makinesi virüs üretmekle yükümlü oluyor.
    Ama bazen, virüsün DNA’sı bakteri hücresine girince oldukça garip ve beklenmeyen bir şey olabilir. Virüsün DNA’sı sessizce bakterinin DNA’sına eklenebilir; virüs geni, bakteri geniyle birleşir. Bu durumda yeni virüs yapılmaz. Bakteri hücresi kendisine hiç bir şey olmamışçasına bölünmeyi sürdürebilir. Ama köklü bir değişiklik belirmiştir. Virüsün girdiği bakteri ve ondan üreyenler, virüsün DNA’sını da taşımaktadırlar. Özellikleri ve bunun sonucu olarak da davranışları değişmiştir.
    Olan biten nedir? Virüsün genleri, şimdi bakterinin DNA’sının bir parçası olarak işlev yapıyorlar. Mesajcı RNA’nın ne yapacağını dikte ettiriyorlar ve mesajcı RNA’lar, bakterinin ribosomuna gidip yeni proteinlerin yapılışını bildiriyorlar. Üretilen proteinler, bakterinin parçası haline gelip, bu arada karakterini değiştiriyorlar. Özetlersek, bakteri ve bütün ondan türeyenler, şimdi bakteri DNA’sının bir parçası olan virüs geninin varlığıyla değişmiştir.
    Kuşkusuz, virüslerin bu yaptıkları berbat bir iştir. Hayvanlarda birçok kanserin nedeninin virüs olduğunu öğrendiğimiz zaman, bu olgunun gözümüzde önemi hemen büyüyor.
    Hayvan hücrelerindeki kanser virüsleri, dikkati çekecek kadar, bakteri virüslerinin yaptıklarına benzer şeyler yapıyorlar. Hücrelere giriyorlar. Önce kaybolmuş görünüyorlar, sonra genleri hücrenin DNA’sıyla birleşiyor. Hücrenin özellikleri, temelli kötü yönde değişiyor.
    Virüs ve mutasyon öykülerini birleştirirsek belirli bir genelleme yapabiliriz: Virüslerden gelen yeni genler veya mutasyonlar, hücrelerde yeni proteinlerin yapılmasına neden olur. Bunlar sırayla daha hızlı büyümeyi, çevresinden kopuk davranışa yol açan yüzey değişmelerini ve diğer kanser benzeri özellikleri başlatabilirler.

    Birçok Kanserin Nedeni Virüslermiş Gibi Görünmüyor
    Bütün insan kanserleri dahil, bir çok kanserin nedeni virüsler değil gibi görünüyor. Bu, insanlardaki kanserlere virüsler neden olamaz demek değil, yalnızca bunu kanıtlayamıyoruz. Yukarda değindiğimiz olgu, virüslerin bazen varlıklarını saklamada son derece becerikli görünmeleri, kanserde onları saptamayı çok zorlaştırıyor.

    Kansere Bedenin Tepkisi
    Kanser hücreleri; kötü komşulardır, çevrelerindin kopukturlar ve birbirinden bağımsız davranırlar dediğim zaman, bunun hücre yüzeyinin durumundan kaynaklanan bir olgu olduğunu anlamalısınız. Kanser hücreleri, komşu hücreleri, hücre-hücreye, yüzey-yüzeye alışverişte hissederler. Bu etkileşmenin normal olmaması, kanser hücrelerinin yüzeylerinin, kendilerinden türedikleri hücrelerin yüzeylerinden farklı hale geldiğim gösterir. Bunun böyle olduğu deneyle de saptanmıştır.
    Şimdi, eğer kanser hücresinin yüzeyi, normal hücreninkinden farklıysa, bedende “yabancı” mıdır? Bununla şunu anlatmak istiyorum: Yüzey, bedenin koruyucu bağışıklık sistemine yabancı görünecek kadar farklı mı? Cevap evet gibi görünüyor. Kanser hücreleri, bağışıklık tepkilerini kışkırtıyora benziyorlar. Beden savunması, kanser hücrelerini yok etmek için zayıf tepkiler gösteriyor.
    Bu bilgi ümit verici. Çünkü eğer beden kendisini kansere karşı savunuyorsa, enfeksiyon hastalıklarından korunmak için bildiğimiz prensipleri kullanarak, beden savunmasını aşıyla güçlendirmek olanaklı olabilir.

    Kanser ve Çevremiz
    Durmadan artan kanıtlar, kanserin yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz, etkisinde bırakıldığımız başka şeylerden de kaynaklandığı, görüşünü destekliyor. Bu kanıtlar üç çeşit. Birincisi birçok kanserin, dünyanın bir coğrafi bölgesinden diğerine, büyük değişiklikler göstermesi, ikincisi; insan gruplarının bir ülkeden diğerine göç etmesiyle, bazı tip kanserlerin onların çocuklarında görülme oranının değişmesi. Örneğin, ABD’de yerleşen Japonlar arasında, Japonya’da nispeten daha yüksek oranda görülen mide kanseri azalmıştır. Göç edenlerin çocuklarında, diğer Amerikalılarda olduğu gibi, bu hastalığa beşte bir az sıklıkta rastlanır.
    Doğulularda göğüs kanseri oranı düşüktür, ama Amerika’ya yerleştiklerinde altı kat artar. Üçüncüsü; havada, suda ve gıdalarda, kansere neden olduğu kanıtlanmış daha fazla kimyasal kirletici saptıyoruz.
    Bunları bilmek bir bakıma cesaret verici. Çünkü çevre kirlenmesini denetleyerek kanseri yok edebileceğimiz ümidini veriyor. Ama, bunu başarmanın da zor olduğunu biliyoruz. Örneğin sigara alışkanlığı yaygınlığını koruyor. Kanserlerin en kötülerinden, yılda 100.000 kurbanı olan akciğer kanserinin, en önemli nedenlerinden birinin tütün olduğu on beş yıldır bilindiği halde, hükümet tütün endüstrisini destekliyor.

    Yakın Nedenler, Uzak Nedenler
    Virüs, mutasyon ve çevre etkilerinin birbirleriyle çatışmadığı veya çelişmediği anlaşılmış olmalı. Mutasyon ve virüs doğrudan doğruya DNA’nın değişmesiyle kansere neden oluyor. Ama mutasyonlara bir şeylerin neden olması gerek (çevreye dağılan kimyasal maddeler, bedenimize girip DNA’nın değişmesinde suçlu olabilirler.) Bu anlamda çevredeki kimyasal maddeler uzak bir neden, mutasyon ve virüs ise daha yakın nedenlerdir.
    Wisconsin Üniversitesinden James ve Elizabeth Miller, kansere neden olabilen kimyasal maddelerin özelliklerini saptadılar. “Karsinogen” denilen bu maddelerin bedendeki ortak özelliği, DNA, RNA ve proteinlere bağlanabilen maddelere dönüştürülmeleridir. Böylece, çevremizde kansere en çok neden olabilen ne varsa, hücre içinde sınırlı özelliklere sahip, ama etkileri aynı bir grup madde haline geliyorlar. O zaman karsinojenlerin bedenimizde üretildiğini söyleyebiliriz: kendi bedenimizde, zararsız kimyasal maddelerden öldürücü maddeler yapabiliyoruz. Millerin çalışmaları, aynı zamanda bazı hayvanlar kansere yakalanırken, neden aynı kimyasal maddeyi alan diğerlerinin etkilenmediklerini gösteriyor. Kansere yakalananların hücrelerinde, bu maddeleri karsinojen maddelere çevirebilen enzimler varken, bazı hayvanlarda bu enzimler bulunmuyor.
    Çevre kirlenmesi kansere yol açıyor diye, kanserin yakın sebepleri üzerine de araştırma yapmayı bırakmak çok yanlış olur. Çevremizi nasıl olursa olsun denetleyebileceğimiz konusunda hiçbir güvencemiz yok. Ayrıca kanser tehlikesi, salgın endüstrileşmenin çevremizi zehirlemesinden önce de vardı. Kanserden korunma ve tedaviyi gerçekleştirmek için en sağlam yol, hücre içinde bu öldürücü değişim gerçekleşirken neler olup bittiğini ayrıntılı olarak öğrenmektir.

    Kanserin İlerlemesi Durdurulabilir mi?
    Belirli bir kanserin hücreleri yeniden normal hale dönebilirler! Bu, kanser her zaman geri dönüşü olmayan bir durum değildir anlamına geliyor. Kanser hücrelerinin normale dönmeleri için de potansiyel bir olasılık var. Bu söylediklerimiz, Dr. Beatrice Mintz’in Philadelphia’da Fox Chase Kanser merkezinde yaptığı deneylere dayanıyor. Teratoma denilen kanser çeşidi, laboratuvar kaplarında büyütülen erkek fare embriyolarına veriliyor. Sonra bu embriyolar, bir farenin rahmine yerleştiriliyor ve doğum bekleniyor. Sonuçta doğan yavrular, kendi hücreleriyle, şimdi normal davranan teratoma hücrelerinin bir karışımıdır. Eski kanser hücrelerinin varlığı, genlerinin çalışmasından saptanabiliyor; örneğin siyah tüylü ana baba fareden doğan yavrular, tüylerinde kanserli hücrelerdeki genlerin belirlediği beyaz lekelere sahip olacaklar. Şimdi normal davranan bu hücreler, kanser hücresi oldukları dönemde hiç yapmadıkları işleri yapmaya başlıyorlar. Buna göre, embriyodaki hücre çevresinin hem kanseri baskı altına alıp, hem de normal davranışı desteklediği görülüyor. Embriyodaki kanser hücreleri, çevrelerindeki normal hücrelerden bağımsız olarak kalıyorlar, yalnızca kanser özelliklerini kaybetmişlerdir. Büyüyor ve genlerini, aslında kendilerinden türedikleri normal fare hücreleri gibi ifade ediyorlar.
    Bu bulguların nereye kadar genellenebileceğini bilmiyoruz. Deneyler yalnızca teratoma denilen özel kanser tipi için bu sonuçlan veriyor. Yine de teratoma deneyleri, kanserin büyümesinin denetlenmesinde bir parçacık daha ipucu sağlaması yönünden önemli. Burada kanser hücreleri, gelişen embriyoda normal olarak bulunan koşulların etkisiyle, normal hücreye dönebiliyorlar. Bu, kuşkusuz içeriği yönünden zengin bir buluş.
    Başka daha yapay şeyler de kanser hücrelerinin büyümesini durdurabilir. X-ışınlan veya diğer radyasyon çeşitleri, kanser hücrelerim öldürebilir. Ayrıca, bugün insanlarda kanser hücrelerinin büyümesini durdurmak veya yavaşlatmak için, çok kullanılan bir sürü kimyasal madde var. Hücrelerin işlevlerini yerine getirmesinde önemli düzenleyiciler olan hormonlar da kanserin büyümesini geciktirmede etkili oluyorlar. Hastaya verilen maddelerin çoğu, kanser hücreleri için hayati önemi olan bir takım işlere karışıyorlar. Ne yazık ki normal hücrelerde de benzer etkilemeler yapıyorlar. Buna göre doktorun; ilaç, radyasyon ve ameliyat tedavilerinde, kanser hücrelerini öldürüp, hastanın normal hücrelerine en az zararı verecek bir birleşimi bulması gerek. Bu son yaklaşımla, gittikçe daha çok başarı elde ediliyor. Kanserin nedenleri sürekli araştırıldıkça, başarılı tedaviye ulaşabileceğimizi veya bütün kanser biçimlerini baştan engelleyebileceğimizi ümit edebilmek için çok neden var. İyimserliğimiz, kanserin bir hücre hastalığı olması gerçeğine dayanıyor. Hücreleri anlamada büyük gelişmeler oldu ve kansere dışarıdan bakılınca, birçok nedeni varmış gibi görünüyorsa da, konunun içinden bakıldığında, tetiği çeken bir tek mekanizma olması akla yakın geliyor.


 


Kaynak: Hayatın kökleri
belgesi-606

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin