Islahat Fermanı

1838 Balta Limanı Anlaşması ile önü açılan, borç anlaşmalarıyla yerleşen ve Gülhane Hattı Hümayunu ile süren Batı’ya bağlanma süreci, 18 yıl sonra, Islahat Fermanı adı verilen bir başka “yenileşme programını” ortaya çıkardı. Batılı devletlerin telkin ve zorlamasıyla, Padişah Abdülmecit 18 Şubat 1856’da Bab-ı Ali’de; nazırlar, yüksek dereceli memurlar, şeyhülislam, patrikler, hahambaşı ve etnik toplulukların temsilcileri önünde, Islahat Fermanı adı verilen bir “program” açıkladı. Bu açıklama hiç zaman yitirilmeden, istenilenleri yerine getirmenin göstergesi olarak; sürmekte olan Paris Anlaşması görüşmelerinde büyük devletlerin bilgisine sunuldu. ABD gezilerine gitmeden önce, kendisinden istenen yasaları acele olarak çıkaran Politikacıların bugünkü tavrıyla hemen aynı anlayışın ürünüydü.

Islahat Fermanı Batı’ya bağlanma sürecini tamamlayan üçüncü girişim oldu. 1838 Ticaret Anlaşması, Osmanlı sanayi ve ticaretini Avrupa’nın denetimi altına sokmuştu. 1854’de başlayan borçlanma süreci aynı işi mali alanda yapmıştı. Şimdi, idari ve hukuksal düzenlemeler yapılacak ve Osmanlı İmparatorluğu tam olarak yarı-sömürge haline getirilecekti.

*

Islahat Fermanı’yla batılılara verilen sözler, üstlenilen yükümlülüklere göre: Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hıristiyan uyruklara, Fatih zamanında tanınmış olan eski hak ve ayrıcalıklar yeniden uygulanacak, sosyal haklar, vergi yükümlülüğü, askerlik, eğitim ve devlet memurluğuna atanma gibi konularda, Hıristiyan tebaaya onları Müslümanlarla eşit kılan yeni haklar tanınacaktı. Bu haklar ek bir fermanla ilan edilecekti. Din ve mezhep farkı gözetilmeksizin Osmanlı tebaasının tümünden, eşit olarak vergi alınacaktı. İltizam sistemi (vergi miktarının ve toplanmasının mültezim denilen kişilerce belirlendiği Osmanlı vergi sistemi) ortadan kaldırılacak ve bir daha uygulanmayacaktı. Yabancı uyruklulara, Osmanlı ülkesinde mülk edinme ve arazi satın alma hakları tanınacak, bu hak kutsal yerler (Hicaz) dışında, ülkenin her yerinde geçerli olacaktı. Ceza hukukunda; işkence yasaklanıp önlenecek, suçluların mülklerine devletin el koyması yöntemi kaldırılacak ve cezaevlerindeki yöntem ve kurallar insan haklarına uygun hale getirilecekti. Ceza davaları için karma mahkemeler kurulacak ve bu mahkemelere özgü yeni ceza yasaları çıkarılacaktı. Patrikhanenin ve müslüman olmayan dini kuruluşların, hukuksal ayrıcalıkları daha da genişletilecek, Patrikhane ve Müslüman olmayan dinsel kuruluş temsilcileri, il ve ilçe meclisleri ile Ahkam-ı Adliye (Hukuk Kuralları) kurumlarında temsilci bulundurabileceklerdi. Batı kültürüne önem verilecek, Batıdan öğretmenler getirilecek ve eğitim yatırımları için Avrupa’dan yardım alınacaktı?

*

Islahat Fermanı’nın kaçınılmaz sonucu, İmparatorluk içinde yaşayan Müslüman olmayan uyruklar içinde, milliyetçi hareketlerin yükselmesi oldu. Türkler, kendi ülkelerinde ekonomik ve sosyal yetmezlik içinde ümmet olarak yaşarken, ekonomik ve kültürel gelişkinlik içindeki azınlık milliyetleri adeta bir “anayasaya” kavuşmuşlardı. Değişik etnik ve dinsel unsurları “Osmanlılık” ideolojisi çerçevesinde birleştirmeyi amaçlayan Ferman, İmparatorluğu değil, azınlık milliyetleri kendi içinde birleştirmişti.

Osmanlı Hıristiyanları, her geçen gün güçlenip daha ayrıcalıklı duruma gelirken, Türk halkı, yoksulluğun ve ezilmişliğin ağır baskısı altındaydı. Çaresizlik içinde kabuğuna çekilen Anadolu halkının sığınacağı tek şey, elinden alınamayan inançları ve dini oluyordu.

Islahat Fermanı’nın açıklanmasından, Tanzimat döneminin sona erdiği kabul edilen 1876 yılına dek geçen 20 yıl içinde, ülkenin birçok yerinde ayaklanmalar çıktı ve toprak kayıpları meydana geldi. 1856 yılında Eflak ve Boğdan’a (Romanya) özerklik tanındı, beş yıl sonra Lübnan Sancağı özerkleşti, 1862’de Karadağ ayaklanması ortaya çıktı, dört yıl sonra Mısır Valisi İsmail Paşa’nın isteği doğrultusunda valiliğin babadan oğula geçmesi kabul edildi, bir yıl sonra Girit’deki ayaklanmalar, Girit’e yeni ve özel bir yönetim biçimi verilmesine neden oldu, 1875’de Hersek’te ayaklanma çıktı ve 1876 yılında Bulgarlar bağımsız devlet kurmak için ayaklandılar. 1918 Mondros Anlaşması’na dek geçen süre içinde İmparatorluk dağıldı ve 1920 Sevr’iyle, Türk egemenliği, Anadolu’nun ortasında 120 bin kilometrekarelik bir alana sıkıştırıldı.

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti; tanzimatla başlayan 84 yıllık ağır sömürü döneminin, sürekli savaşların ve ekonomik çözülmenin tükenme noktasına getirdiği bir toplum içinden çıktı. Kurtuluş Savaşı bittiğinde azalan nüfusuyla Türkiye; toprakları ekilemeyen, sanayi ve ticaretten yoksun, yıkıntı halinde bir ülkeydi. Bütün gelir kaynakları, doğal varlıkları, madenleri ve en iyi toprakları, yüz yıl boyunca yabancılar tarafından sınırsızca kullanılmıştı. Sömürü, o denli ağır ve yaygındı ki, yer altı-yerüstü değerleriyle dünyanın en varsıl bölgelerinden biri olan Anadolu, dünyanın en yoksul insanlarının yaşadığı bir bölge haline gelmişti. Tarım çökmüş, ticaret durmuştu. Sanayi üretimi yoktu. İnsanlar kendini besleyemiyordu. Eğitimsizlik yaygın, hastalıklar çok fazlaydı. 1838 Türk-İngiliz Serbest Ticaret anlaşmasıyla başlayan tanzimat dönemi ülkeyi mahvetmişti. Cumhuriyet’in, geçmişten aldığı miras buydu.

Kaynak: Türkiye Üzerine Notlar
belgesi-248

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin