Modern Mekke

Bir sabah birden kendimi küçük ve sakin bir garda bulduğum zaman çok heyecanlandım, çünkü garın cephesinde bütün Asya’da tekrar edilen bir kelime yazılı idi: ”Ankara”. Gar şefinin oturduğu evde şimdi buranın tek hâkimi Mustafa Kemal Paşa oturuyor. Kendisi, iki aydır içinde yaşadığım müthiş mücadelenin başından bir an ayrılmamış; onun anlamını ve en ufak ayrıntılarını kavramak için, hayatını onunla paylaşmıştı.

 

İlk bakışta Ankara iki kısımdan oluşmuş gibi görünüyor: Aslında bir Asya şehri olmakla beraber modernleşmiş kısım, bir de eski Ankara. Milliyetçiliğin Kâbe’si, taştan birkaç büyük bina topluluğunda bulunuyor. Tepelerde çadırlar kurulmuş, geniş boşlukları ise sebze ve meyve bahçeleri kaplamış. Bunlar da şehir kadar düzenli ve aydınlık.

 

Yollarda, Asya’dan gelmiş delegelere rastladık. Bunların bazıları güzel ipekli elbiseler giymişler, Afganlıların ve bunlar gibi bazılarının kıyafetleri ise Avrupaî biçimde. Milliyetçi bakanlarla milletvekillerinin yarı sivil, yarı asker olan kıyafetlerini astragan bir kalpak tamamlıyor. Bu, Ankara hayatına en uygun gelen bir giyim tarzı.

 

Gar binasının, Paşa’nın pek hoşlanmadığı, çok sade bir mimarisi var. Büyük yolun tam karşısında yamaçları oldukça dik ve kayalık bir tepenin üzerinde kale görünüyor. Bu, Selçuklulardan kalma. Şehrin eski merkezi bu kalenin içinde imiş ama, çıkan bir yangında dörtte üçü yanmış.

 

Anadolu’nun belli başlı yollarının düğümlendiği bu stratejik merkezdeki yollarda bitmez tükenmez deve kervanları hareket halinde. Ayrıca askerî birlikler, yarı vahşi küçük atlarına son derece hâkim Türk süvarileri, bir sürü araba. Ankara hükûmeti ile parlâmenterleri ve heyetleri de bunlara arasında saymak gerek. Sadece Paşa otomobili ile gidip geliyor.

 

Hepsinde subay, milletvekili, bakanlarda aynı telâşlı yürüyüş, aynı sözler, aynı ifade var. Yaşlar bile aşağı yukarı aynı, otuzla otuz beş arası ve hepsinde aynı tansiyon.

 

Ankara’daki bu ortamı tam anlamıyla tanımlamak olanaksız. Burada büyük mücadeleye kendini adamış bir dünya, tehlikeli biçimde elektriklenmiş bir hava içinde çırpınmakta. Burada her günkü hava, hiçbir yerde olmayacak biçimde sürprizler, vaatler, olanaklarla dolu. Asya’nın gürlemesi buraya      ses dalgaları halinde geliyor ve yakın geleceğinin muamması ateşten harflerle yazılıyor.

 

Ankara âdeta, Asyalıların isteklerini çeken, birleştiren bir mıknatıs. Bütün ipleri elinde tutan Paşa büyük bir gücü temsil ediyor. Teşkilâtı, ilk kurulduğundaki çizgileri muhafaza ediyor. Bu, İslâm’a çok uygun gelen demokratik bir formüldür ve kendisinin başında bulunduğu bir oligarşiye dayanıyor. En azılı düşmanları bile bu konuda ona hak veriyorlar: ”Bugün ve nihaî zafere kadar ondan vazgeçemeyiz; o bizim büyük gücümüzü harekete geçirmiş ve ruhu olmuştur. Bütün bunlar karşısında, şahsî kinlerimizin hiçbir yeri olamaz.”

 

En katı insanların bakışını tatlılaştırmak ve uyuşmaz insanları yumuşatmak için onun adını anmak yetiyor. Ankara’ya özgü olan alaycı hava, bu büyük, sevimli ve mağrur şahsiyet karşısında dağılıp gitmektedir. Tabiatındaki anî değişiklikleri ve anî öfkeleri de herkesçe hoş görülmekte, adı saygı ve korku ile anılmaktadır. O, her şeyi kurtarmaya muktedir ve mecbur bir insan.

 

İngiliz entrikasına karşı olan büyük kini belki de, İngilizlerin onu öldürmek için sonsuz çaba harcamalarından ileri gelmiştir. Ama, onun hiç kimseden korkusu yok. Sabır ve inadı ise çok ileri derecede. Bütün Anadolu’ya yayılmış çok mükemmel bir polis örgütü bulunmasına rağmen, gün geçmiyor ki, Ankara’da bir İngiliz ajanı keşfedilmesin. Suçüstü yakalanmış İngiliz subaylarının, Doğu illerine gidinceye kadar şehrin caddelerinde avare dolaştıklarını gördüm.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2705

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin