Mustafa Sagir İstiklâl Mahkemesi Önünde

Bugün Ankara’da birtakım söylentiler dolaşıyor. Her taraftan bakanlarla milletvekillerinin arabaları geldi, subaylar Millet Meclisi’nin bahçesine atlarla geldiler ve İstiklâl Mahkemesi’nin bulunduğu binanın önünde durdular. Halk da binanın girişi önünde toplandı ve çok demokratik bir biçimde, gazeteciler, subaylar, bakanlar ve milletvekilleri, halkı yavaşça iterek, pencerelerden atlayıp içeri girdiler.

 

Binanın içinde o kadar çok insan var ki, kapı ve pencerelerin açık olmasına rağmen, nefes almak bile zor. Etrafa konan merdivenler salkım salkım insan dolu, her an bir kaza olabilir. Kalabalıkta bazen boydan boya bir dalgalanma oluyor, herkes birbirini izliyor, sanık yanındaki jandarma ile kalabalığın üzerine çıkmış gibi görünüyor, fakat Ankara’daki disiplin her şeye hâkim, dalga hedefine varmadan duruyor.

 

Mustafa Sagir, Hintli bir Müslüman, hâkimlerin önünde yalnız kaldı. Şimdi halk onun tertiplediği olayları, adları, rakamları ve İngilizlerin İslâm ülkelerindeki entrikalarını dinliyor; onların yöntemlerini, hilelerini öğreniyor.

 

Bu heyecanlı duruşmadan, siyasî bilimler konusunda ne güzel bir ders alınabilir? İngiliz emperyalizminin bu büyük davasını o da, kelimeleri yutarcasına, dinliyor. İngiliz casusluk örgütü Intelligence Service’in yapmış olduğu plânlar kendisine açıkça anlatılınca, vücudu titremelerle sarsılıyor, ama hiç istifini bozmuyor ve sesini çıkarmıyor.

 

Mustafa Sagir, canını kurtarmak için bütün zekâ ve maharetini kullanıyor. Kendisine yöneltilen sorulara cevap veriyor, konuşurken kelimelerin heceleri üzerinde duruyor ve sonunda itiraf ediyor. Bu kadar kalabalığa rağmen salon o kadar sessiz ki, birisi kuvvetlice bir soluk alsa duyulacak. Astragan kalpaklar, sarıklar, Asya’ya özgü kıyafetler, Avrupalı kıyafetleri birbirine karışmış; dikkatten gerilmiş yüzlerden ter damlaları düşüyor.

 

Bugün sorgusunu yapan hâkim kendisine karşı çok nazik davranmakta. Hareketlerine ve sözlerine son derece hâkim olarak çabuk, kısa cümlelerle, tebessüm ederek sanığı sıkıştırıyor. O da, aynı şekilde tebessüm ederek, çok nazik bir biçimde cevap veriyor. Bu mücadele çok heyecan verici.

 

Mustafa Sagir oldukça genç bir adam. Oxford Üniversitesi’nin bir mensubu gibi konuşuyor. Çok güzel yazıyor. O kadar ki, anlatış tarzından hocaları kendilerine bir şeref payı çıkarabilirler. Savunmasını okudum. Bu müthiş bir belge. Kendi eliyle, Kipling’e yakışan bir üslupla yazmış. İşte size bunlardan 6 Mart 1921 günü aldığım birkaç not:

 

Mustafa Sagir takma bir ad. Sanık bunu Bénarès’li tanınmış bir ailenin adını gizlemek için kullanıyor. Henüz 10 yaşında iken, inanılmaz derecede çabuk gelişen zekâsı sebebiyle yüksek İngiliz memurlarını heyecanlandırmış. Bu gibi durumlarda sık sık yapıldığı üzere, seçkin kişilere uygulanan biçimde eğitilmesi ve yetiştirilmesi için İngiltere’ye gönderilmiştir.

 

Brighton’da, şıklığı ve lüksü ile meşhur özel bir kolejde, 4 yıl süren sıkı bir eğitimden sonra, 14 yaşında aynı şartlar içinde Edimburg’da öğrenimine devam etmiş; daha sonra da Oxford’daki Lincoln College’a alınmış ve burada ona genç bir prens gibi davranılmış, o da ”B.A. degree ve Second class honours in History” derecelerini kazanmış.

 

Oxford’u bitirmeden önce, son sınıftayken Chief Secretary tarafından Londra’ya çağırılmış, yüksek düzeydeki iki İngiliz memuru ve iki Müslüman din adamı huzurunda, Kur’an üzerine yaptığı yeminle ”İngiliz tahtına ve Hindistan kral naibine daima sadık kalacağına, kendisine verilen emirleri hiç tartışmadan yerine getireceğine” söz vermiş.

 

Bunun üzerine tekrar Oxford’a yollanmış ve öğrenimini bitirdikten sonra İngiltere hükûmeti tarafından Arapça öğrenmek bahanesiyle Kahire’ye gönderilmiş. Gerçekte ise ona verilen görev, oradaki Mısır millî hareketini izlemekti.

 

Oradan, yine siyasî amaçlarla İran’a gitmiş, Londra’ya dönünce, siyasî şubeye atanmış, bundan sonra, Türkiye, İran, Afganistan ve Hindistan konularında siyasî uzman olarak çalışmış. 1914 yılının Ağustos ayında Hindistan’a gönderilmiş.

 

Yargılanması esnasında, mütareke sıralarında İngiltere’nin durumunu, karşılaştığı güçlüklükleri, bozuk olan bu durumu nasıl düzelttiğini, savaşın sonuna doğru askerî durumunun yeniden güçlenmesi sonucu daha büyük işlere giriştiğini büyük bir açıklıkla anlattı.

 

Bu arada, İstanbul’daki Britanya Yüksek Komiserliği’nden Londra’da Foreign Office’e (Dışişleri Bakanlığı) Anadolu’nun siyasî durumu ile ilgili olarak gönderdiği raporun bir bölümünü açıkladı. Raporda, ”Anadolu’da can ve mal güvenliği kalmadığına göre, milliyetçilerle anlaşmak, İngiltere’nin şerefi için zararlı olmaktan da çok öte bir şeydir” diyordu.

 

War Office’in (Savaş Bakanlığı) tezi işte buydu ve olaylar bunu hiç değiştirmedi.

 

Mustafa Sagir, önceleri İngiltere’nin neden bir bekleme politikası izlediğini açıkladıktan sonra, son dakikaya kadar da milliyetçiliğin mevcudiyetini ve İngilizlerin Yunan oyununu sevk ve idare ettiğini inkâr etti.

 

Daha sonra, Padişah, İstanbul’daki hükûmet üyeleri, İstanbul’daki İngiliz askerî komutanları Albay Nelson, Binbaşı D. Monford, Sivil Servis’ten Stone ve Yüzbaşı Bennett tarafından sürdürülen İngiliz propaganda plânını açıkladı.

 

Bu propagandanın amacı millî hareketin ve onun başındaki şefin yok edilmesiydi. Mustafa Sagir, Mustafa Kemal’in öldürülmesi plânını uygulamak için kurulan komite üyelerinin adlarını açıkladı: Bunlar yukarıda adlarını saydığımız subaylar ve Rahip Frew’dı.

 

Sanık, bütün bunları yüksek ve anlaşılır bir sesle anlatıyor, duruşmayı yöneten yargıç her nokta üzerinde, ondan kesin açıklamalarda bulunmasını istiyordu.

 

Sonra ondan, birçok defa başarısızlığa uğrayan bu plânın uygulanması için, hangi sebeplerle kendisinin seçilmiş olduğunu anlatması istendi.

 

Sanık şöyle cevap verdi: ”Bundan birkaç ay önce, Afganistan’da bunun gibi tehlikeli bir görevi başarıyla sonuçlandırmıştım: Emir’in öldürülmesi.”

 

Sanığın bu sözleri üzerine salondaki dinleyicilerden öfkeli sesler yükseldi; fakat mahkeme heyeti bir işaretle sükûneti sağladı. Sonra sanık bu son komploya katılanlarla İngiltere hesabına çalışan bütün Müslümanların adlarını ve bunların İngilizlerden almış oldukları paraların kesin miktarlarını açıkladı. Sayısı boyuna artıyor gibi görünen dinleyicilerin sinirleri iyice bozulmuştu. Rakamlar, isimler birer birer okunuyor: Sultan ve ailesi, saray mensupları ilâ… Bu biçim bir açıklamadan sonra İstanbul’da pek az bir şey kalıyordu. Birçok İslâm ülkesinin temsilcileri de duruşmayı izleyenler arasındaydı.

 

Sagir devam etti: ”Eğer İngiltere Türklerin, özellikle milliyetçilerin Hindistan, Afganistan ve Mezopotamya’daki mücadeleden vazgeçtiklerine kanaat getirirse, derhal bir anlaşma olabilir ama buna inanmadıkça savaşı sürdürecek.”

 

”İngiltere Anadolu’yu İngiliz mandası altına almak istiyor. Ancak böylece Türkiye’nin İslâm politikasını fiilen kontrol altına alabileceğini düşünüyor.”

 

Yargıçlar, aralarında görüşmek için duruşmaya ara verip salondan çıktılar. Oturuma kısa bir süre ara verildiği hâlde, kalabalık büyük bir kıskançlıkla yerlerini korudu, ama sanığın yüzündeki sürekli tebessüm de silindi.

 

Daha sonra benden, duruşma hakkındaki izlenimlerimi soran Paşa, ”Ben gerçek İngiltere ile bana karşı büyük bir kin besleyen emperyalist parti İngiltere’si arasındaki farkı çok iyi anlıyorum. Hatta İngiliz kamuoyunun bir kısmının da bizimle birlikte olduğunu biliyorum. Acaba kamuoyunun bütünleşmesi mümkün olabilecek mi, yoksa iki yıldan beri bizi mahvetmek için çalışan bu birkaç kişi için acımasızca ve aralıksız mücadeleye mecbur mu kalacağız? Bütün mesele burada” dedi.

 

İdarî ve askerî faaliyet.

 

Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
belgesi-2707

Belgeci , 2280 belge yazmış

Cevap Gönderin